şehri, utangaç bir gelin gibi gözucuyla süzen balkonunda, ayaklarını uzatmış, başını elindeki telefona eğmiş, enteresan hayallere dalmış, usul usul sigarasını içiyordu.. neden sonra eğdiği başını, su içen tedirgin bir ceylanın telaşıyla kaldırdı ve karşılaştığı manzaraya gözlerini derinden yatırdı.. aman allahım ne oluyordu, bu kızıllık da neydi böyle.. kara bulutların bağrından kopup gelen bu kızıllar; sabaha tekrar buluşmak ümidiyle az önce yanaklarından öpüp veda ettiği, çoktan batıp yol almış, gider ayak sevdiceğine bir tutam sarı bırakmış güneşe el mi sallıyordu yoksa.. yoksa garabet bir fırtınanın uğursuz müjdecisi bir çığlık tablosuna selam mı çakıyordu.. baktı baktı karar veremedi.. ya o kızıla olan hasretini, eğreti bir açıyla eda eden bacalar.. ya o öğretilmiş eski bir hikayeye kanat çırpan yalnızlıklar kuşu.. neydi.. sonra birden doğruldu derin bir nefes aldı, sunturlu bir küfür savurdu.. neyse neydi.. aman beyaa sana ne buluttan aydan kuştan diye mırıldandı sigarasından de...