Ana içeriğe atla

Karakolda Ayna Yok


    Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı size veremem. Sebep? Abim için arama kararı gözüküyormuş. Ya dedim, adam bakanlıkta çalışıyor, ne aranması ne yakalaması. Adam dedi, o zaman bir yanlışlık olmalı hamfendi, karşıda ilçe karakolu var, varın gidin oradan aranmadığına dair belge getirin.

    Tamam dedik, daldık karakoldan içeriye. Dedim böyle böyle, abim için aranmadığına dair kağıt verecekmişsiniz. Dedi o kişi aranmıyor ki zaten. E o zaman verin kağıdı gidelim. Dedi Devrim Bor kim. Dedim benim. O kavruk jandarma kendinden beklenmeyecek bir çeviklikle birden ayağa fırladı, panikle koştu kapıyı kapadı, ardımızdan sürgüledi. Noluyo lan demeye kalmadan telefonu çevirdi heyecanla, Devrim Bor’u yakaladık komutanım dedi. Peh elin değmişken Cia’ya Fbi’ya da haber vereydin densiz kazasker dedim içimden yüzüne karşı. Biz ne olduğunu anlamaya çalışırken içeriye bir sürü asker doluştu. Bir panik, bir atraksiyon, dersin Escobarı yakalamışlar. Ya dedim ne oluyor hele bize de anlatın. Uzman çavuş mu neydi biri geldi yanıma, dedi, senin hakkında yakalama kararı var, uzun zamandır aranıyormuşsun. Dedim oradan bakınca salağa mı benziyorum acaba, aransam burada ne işim var. Dur bakalım şimdi anlarız deyip bizi kendi odasına aldı. Çekmeceyi açtı, birbirine uç uca zımbalanmış bir sürü kart çıkardı akordeon gibi açıp yaylamaya başladı kartları. Sayıyor bir yandan da, Bursa’da, şu şu olaylardan dolayı aranıyorsun. Gök gözlerini yüzüme dikip manalı manalı, sen de az vukuatlı değilmişsin ama yani dedi. Ya dedim öğrenciyim ben Bursa’da, bizim orada polislerin canı sıkılınca bizi alıyorlar, önemli şeyler değil, onların hepsinde yakalandım ben zaten, yargılandım, yattım, çıktım, mahkemeler filan devam ediyor hep. Aha şurada kırmızı telefon duruyor, arayın sorun isterseniz.

    Meğer Bursa’daki aramalarda emniyet, nüfusa kayıtlı olduğun yere haber veriyormuş aranıyor diye. Sonra kendileri yakalayınca da zahmet edip, aramayın artık biz onu bulduk diye bilgi vermiyorlarmış. İşte ben de o yüzden, bir sürü davadan kaçak gözüküyorum.  E dedim arayın bilgi alın, biz de çıkıp gidelim işimiz gücümüz var daha teşvik alacağız. Dedi öyle işlemiyor burada işler. Nasıl yani! Bu tür önemli bilgileri telexle telsizle alıyoruz. Buradan, şehirden şehire, Ankara üstünden Bursa’ya tel çekeceğiz, oradan da aynı şekilde cevabı gelecek, ondan sonra gerçekten dediğin gibiyse seni salarız. Ama o zamana kadar burada gözaltındasın. Yapacak hiçbir şey yok. Saçmalığa gel. Hadi ben kalmasına kalayım, alışığım da, annemin yüreği yarılmış zaten, kadın koluma yapışmış bir yandan onu sakinleştirmeye çalışıyorum. Bekle bekle bunaldık. Bir yandan evde bıraktığımız hasta babamda aklımız. Telefon edeceğiz izin vermiyorlar. Annem çıktı bir ara telefon edip haber verdi babama, geri geldi yanıma. Anne sen git diyorum, ben burada beklerim gelene kadar, merak etme diyorum. Kadın, yok ben seni bu kadar timsahın içinde nasıl bırakıp gideyim diyor, sen çıkana kadar yanında kalacağım.

    Bekle bekle akşam oldu. Yemekhane gibi bir yer vardı, oraya aldılar bizi. Beklemenin kırk anlamını telaki ediyoruz, yok zaman geçmiyor, saçmalık sarmalına bir kere girdik çıkamıyoruz. Akşam oldu bir sürü asker doluştu içeriye, hepsi bana bakıyor. Kimi çapkınca göz süzüyor, kimi kin ve nefretle kaş göz yapıyor. Oturup yemeklerini yediler sonra tv izlemeye başladılar. Televizyonda, o dönem kuşağının psikolojisini bozan yayınlarıyla ün yapmış Ertürk Yöndem ve kameramanı eşliğinde güneydoğu operasyonlarını  gösteriyorlar. Bazıları gaza gelip, bana dönüp ters ters bakıyor. Bunların hepsini sallandırmak lazım minvalinde iyi dileklerde bulunuyor. Kimi kürtlere küfrediyor, kimi komünistlere solculara, kimi, ah ulan ben orada olacaktım ki kafa derilerini yüzerdim hepsinin diyor. Hele şunun adına bak, adında hayır yok ki vatana millete hayrı olsun diye söyleniyor biri de. Annem korkuyor, koluma daha çok sarılıyor. Yemekhane sorumlusu temiz yüzlü esmer bir  çocuk var. Arkadaşlar ayıp oluyor bayan var burada küfür etmeyin diye bir atarlanınca, susup homurdanarak önüne dönüyorlar öfkeli gençler. Sağ olsun, bize de yemek veriyor, kusura bakmayın diyor, siz bizim misafirimiz sayılırsınız.

    Gece olunca herkes çekiliyor, biz annemle kalıyoruz o soğuk yemekhanede. Zaman geçmiyor, masaya başımızı koyuyoruz biraz kestirelim diye, annemin aklından bir sürü kötü senaryo geçiyor biliyorum, üzülüyor korkuyor, ben de ona üzülüyorum. Evde hasta ve merakta kalan babamı düşünüyorum, bir gram uyku tutmuyor. Elimi arkamda kavuşturup volta denemeleri yapıp, yemekhaneyi adımlayarak sabahı ediyoruz. Güneş doğunca aklı başında bir muhatap buluruz diye ayak seslerini dinliyoruz. Sonra birden ne olduysa bütün askerler merdivenlerden gürültülü bir şekilde inip cemselere binip gidiyorlar. Kapıya vuruyorum, ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bize yemek veren askeri görüyorum, ne oluyor diye soruyorum. Bir yolcu otobüsü Beydağında şarampole yuvarlanmış, çok sayıda ölü ve yaralı varmış, oraya gitmişler. Allah belamızı vermiş haberimiz yok. Oturup bir de onlara üzülüyoruz. Bir anda karakol bomboş kalıyor. Bizi orada herkes unutuyor, ne çavuş, ne amir bize akıbetimizi söyleyecek tek bir insan bile yok. saniyeleri saatlere ekleyip bekleyişe devam ediyoruz. Annemi zorla yollamaya çalışıyorum bak gündüz oldu, kimse de yok, sen eve git, çıkamazsam akşam yine gelirsin diyorum. Yok beni bırakıp gitmiyor. O günün akşamına doğru ancak geliyor uzman çavuş; hadi toparlan çıkıyorsun, haber geldi, arama yakalama kaldırılmış, dediğin doğruymuş deyip tezkeremi imzalayıp yolluyor ve yirmidört saatlik askerliğim sonra eriyor böylece. O gün, bugündür ne zaman devlet teşviği dese biri, bu ibretlik karakol hikayem geliyor aklıma ve aman ben almayayım, gölge etmesin başka ihsan istemem diyorum içimden.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kendi Karanlığında Boğulmak

    Büyük travmalar yaşayıp, acılarıyla yüzleşememiş insanlar; bilinçaltının da yardımıyla kendine birer savunma mekanizması geliştirirler. Bir daha aynı noktaya dönmemek için, o yaşadıklarını bir daha yaşamamak için etrafına görünmez duvarlar örerler. Bu insanlar günlük hayatlarını maskelerle yaşarlar. Kimseye güvenmezler, içlerindeki yaraya ulaşabilecek duygusal ilişkilere girmezler. Görünüşte hayatından memnun, mutlu mesut, esprili tiplerdir genellikle. Her şeye gülüp geçerler  herkesle alay ederler, kibirli ve soğukturlar. Yaralarını onlara hatırlatan müziklerden, romanlardan, filmlerden kaçarlar. Duygulanmazlar, sevmezler, acımasızdırlar. Dışarıya gösterdikleri kabukları o kadar serttir ki, gözlerindeki keder belli olmasın diye, donuk bir ifade ile bakarlar, göz göze gelmekten kaçınırlar, sevgiyi zayıflık olarak görürler, o yüzden sevilmezler de. Kontrollü birer ruh hastasıdır her biri, soğukkanlı birer duygu katili aynı zamanda.     Yüzleşemedikleri ac...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Lise yılları, köydeyiz kayısı topluyoruz. Şimdilerde rahmetli olmuş akraba bir kadın, annemin ağzına girmiş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor bana bakarak. Çaktırmadan yaklaşıyorum merakla. Filankesin oğlu senin kıza talip oldu diyor, durumları iyi, ver kızı rahat eder diyor, ver kızı size de faydası dokunur, zenginler, varlıklılar diyor. Annem uzun uzun dinliyor, ne söyleyecek diye merak ediyorum, kulak kabartıyorum heyecanla. Birden başını kaldırıp sert, bir o kadar da net bir ses tonuyla, benim kocaya verecek kızım yok diyor, ‘’benim kızım okuyacak…’’ O an annemin boynuna atlayıp, iyi ki benim annemsin demek istiyorum ama muhabbeti duyduğum anlaşılmasın diye usul usul kayısı toplamaya devam ediyorum, yüzümde hınzır bir gülümseme. Ondan sonraki gelenlere de, annem hep aynı cümleyi kuruyor. Benim kızım okuyacak! Benim kızım okuyacak.. Okudum ben de, hep okudum. Kitap okudum, düşünmeyi öğrendim, okul okudum hayatı öğrendim, üniversite okudum, direnmeyi öğrendim, haksızlığ...