Ankara tren garının bende çok güzel bir yeri
vardı o meşum güne kadar.. ne zaman gitsem kendimi eski bir yeşilçam filminin
sahnesinin tam ortasında hissederdim.. sanki az sonra oradan bir ediz hun bir
belgin doruk çıkacak.. bir tarık akan, hale soygazi bi sevda ferdağ ne bileyim
bi salih güney.. bi ayhan ışık çıkacak elinde eski köşeli siyah beyaz
bavuluyla.. sanki az sonra ayrılacaklar tren son düdüğünü öttürecek.. sevgili
trene doğru son bir umutla koşacak.. tren hareket edecek..
esas kız el sallayacak.. sonra inmek isteyecek sevdiceğine kavuşmak için
çabalayacak ama nafile.. tren son suret hareket etmiş olarak raylarda
salınacaktır.. sevdiceklerin gözlerinde bir damla yaş bir kalp çarpıntısı.. bir
pişmanlık bir veda olarak kalacaktır.. ankara tren garı bana hep ayrılıkları
hatırlatıyordu.. bir de haydarpaşa garı.. birini bombaladılar ötekini
yaktılar.. ne varsa hayatımıza değer katan hepsini yaktılar bombaladılar.. el
sallayamadık bile treninin buğulu camına dayayıp başını bir damla gözyaşı ile
gidenlere.. elveda bile diyemedik onlara.. yolun açık olsun diyemedik bile
elimiz böğrümüzde gözyaşlarımızı içimize akıtarak yolculadık onları
sonsuzluğa.. sonsuzluğa ve yıldızlara giden bir trene bindirdik onları.. ama
orada daha mutlu olacaklar değil mi.. evet evet orada buradakinden daha mutlu
olacaklar belki de..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder