Ana içeriğe atla

tarihi öldürmeyin

Kendimi bildim bileli tarihi yerleri mekanları, evleri, hanları, hamamları, çarşıları, ibadethaneleri hep çok sevmişimdir. öyle bir mekana gittiğimde gözlerimi kapatır.. orada, tam durduğum yerde yüzyıllar bin yıllar önce kimlerin yaşadığını hayal gücüme katar, seslerini, nefeslerini hissederim bünyemde..

O yüzdendir ki yeni evler yeni mekanları modern yapılar, mimarisi ne kadar güzel olursa olsun bana hep basit soğuk ve ruhsuz gelir.. içinde yaşanmış bir mekanda değişik bir huzur, koyu bir hüzün, en çok da tuhaf bir gizem hissederim.. evrende her şeyin olduğu gibi onların da bir ruhu vardır çünkü.

O mekanda yüzyıllar önce yaşanmış olaylar, aşklar, ayrılıklar, acılar, kahkahalar bir şekilde o eski duvarların çatlaklarından içeri sinmiştir adeta..

o eski kokuyu, o esrik tadı, o büyüleyici atmosferi hissedip solumak tüm hücrelerime tarifi imkansız bir haz, tatlı bir keyf verir..
Ve bir gün o tarihi yapılar bir şekilde yakılıp yıkıldığında içimi derin bir keder kaplar.. çünkü bir tarihi yapı yıkıldığında orada yaşayan bedenler gibi orada varolan ruhlar da acı çeker.. yüzlerce yıldır şahitlik ettikleri ne varsa döker bir bir etrafına.. ruhlar da gözyaşı döker..

Siz bir tarihi binayı yakıp yıkıp yerle bir ettiğinizde, oradaki canlıları öldürmezsiniz yalnızca.. orada bin yıl önce yaşayan insanları, tarihi, o duvarlar arasında gezinen kayıp ruhları, anıları, yaşanmışlıkları, yarım kalmışlıkları ve aşkları da öldürmüş olursunuz.. orada, o kadim şehirde canları bedeninden ayırırken, ruhları da köklerinden koparmış olursunuz.

Etmeyin.. o bedenler değilse de o ruhlar sessiz bir çığlık olur sağır eder kulaklarınızı.. ince ince kanar yakar yüreklerinizi.. kabusunuz olur dolanır boynunuza, kederiniz olur kör eder gözlerinizi laneti etmeyin.. küser de gider gelmez bir daha geri etmeyin.. kıymayın canlara da ruhlara da.. kıymayın insanlığımıza da tarihimize de.. etmeyin..


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karakolda Ayna Yok

    Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...

Kendi Karanlığında Boğulmak

    Büyük travmalar yaşayıp, acılarıyla yüzleşememiş insanlar; bilinçaltının da yardımıyla kendine birer savunma mekanizması geliştirirler. Bir daha aynı noktaya dönmemek için, o yaşadıklarını bir daha yaşamamak için etrafına görünmez duvarlar örerler. Bu insanlar günlük hayatlarını maskelerle yaşarlar. Kimseye güvenmezler, içlerindeki yaraya ulaşabilecek duygusal ilişkilere girmezler. Görünüşte hayatından memnun, mutlu mesut, esprili tiplerdir genellikle. Her şeye gülüp geçerler  herkesle alay ederler, kibirli ve soğukturlar. Yaralarını onlara hatırlatan müziklerden, romanlardan, filmlerden kaçarlar. Duygulanmazlar, sevmezler, acımasızdırlar. Dışarıya gösterdikleri kabukları o kadar serttir ki, gözlerindeki keder belli olmasın diye, donuk bir ifade ile bakarlar, göz göze gelmekten kaçınırlar, sevgiyi zayıflık olarak görürler, o yüzden sevilmezler de. Kontrollü birer ruh hastasıdır her biri, soğukkanlı birer duygu katili aynı zamanda.     Yüzleşemedikleri ac...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Lise yılları, köydeyiz kayısı topluyoruz. Şimdilerde rahmetli olmuş akraba bir kadın, annemin ağzına girmiş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor bana bakarak. Çaktırmadan yaklaşıyorum merakla. Filankesin oğlu senin kıza talip oldu diyor, durumları iyi, ver kızı rahat eder diyor, ver kızı size de faydası dokunur, zenginler, varlıklılar diyor. Annem uzun uzun dinliyor, ne söyleyecek diye merak ediyorum, kulak kabartıyorum heyecanla. Birden başını kaldırıp sert, bir o kadar da net bir ses tonuyla, benim kocaya verecek kızım yok diyor, ‘’benim kızım okuyacak…’’ O an annemin boynuna atlayıp, iyi ki benim annemsin demek istiyorum ama muhabbeti duyduğum anlaşılmasın diye usul usul kayısı toplamaya devam ediyorum, yüzümde hınzır bir gülümseme. Ondan sonraki gelenlere de, annem hep aynı cümleyi kuruyor. Benim kızım okuyacak! Benim kızım okuyacak.. Okudum ben de, hep okudum. Kitap okudum, düşünmeyi öğrendim, okul okudum hayatı öğrendim, üniversite okudum, direnmeyi öğrendim, haksızlığ...