Ana içeriğe atla

kaçış

ne zaman bu şehirdeki, ülkedeki, bu gezegendeki insanların çirkinliklerinden, kötülüklerinden, güçlünün şerrinden, güçsüzün çaresizliğinden, zalimin zulmünden, mazlumun tutmayan ahından, böyle gelmiş böyle gidecek diyen ahmakların rahatsızlık verici rahatlıklarından, insanın insana kurduğu distopik hegamonyadan, bencillerden, sencillerden, ırkçılardan, kafatasçılardan, gücü kötücül bir şekilde elinde tutanlardan, güce tapanlardan, gücü gücü yetencilerden.. adamsendecilerden, vurdumduymazlardan amaan banane yeaa ne olursa olsunculardan, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılardan.. yumurta dayanmadan kapıyı kitlemeyenlerden, sevgisizlerden ve saygısızlardan, sorgusuzlardan.. velhasıl kötü kalpli, kötü niyetli, karanlık zihniyetli insanlardan bunalıp.. bunlarının kara pençesini boğazımda hissedip.. boğulup nefesim daraldığında kendimi dışarı atıp yüzümü gökyüzüne çeviriyorum.. gözümün görüp, beynimin hayal gücüme oranı doğrultusunda algıladığı evrene doğru ufak bir yolculuk yapıyorum..


önce galaksileri görüyorum.. sonra yıldızları, sonra gezegenleri.. gaz ve meteor bulutsularından, süpernovalardan, karanlık enerjiden, kara deliklerin olay ufkundan yutulmadan başarılı bir manevrayla ışık hızında geçip bir başka galaksinin bir başka yıldızının bir başka gezegeninde.. balkondaki koltuğunda sigara yakmış, bir elini yüzüne dayanak yapmış düşünceli bir yaşam formuyla karşılaşıyorum sonra.. heyecanlanıyorum.. bana bir şeyler söylemek istiyor diye umutla kulak kesiliyorum, başımı uzatıyorum.. ve yaşam formu usulca fısıldıyor.. ‘salla be kanka bizim gezegende de durumlar aynı, yok birbirimizden farkımız, takma be kafana yak bi cigara daha’ demesiyle kendime geliyorum.. ve sonra hayallerime bile sirayet eden talihsiz realiteme bakıp hunharca gülüp akabinde yine yeniden umutsuzluğa gark oluyorum ışık hızında.. ve o anda gaipten başka bir ses yükseliyor tüm heybetiyle.. laa bi yörü git yat psikolojik deli.. milletin de gafasını qarıştırıyon..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karakolda Ayna Yok

    Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...

Kendi Karanlığında Boğulmak

    Büyük travmalar yaşayıp, acılarıyla yüzleşememiş insanlar; bilinçaltının da yardımıyla kendine birer savunma mekanizması geliştirirler. Bir daha aynı noktaya dönmemek için, o yaşadıklarını bir daha yaşamamak için etrafına görünmez duvarlar örerler. Bu insanlar günlük hayatlarını maskelerle yaşarlar. Kimseye güvenmezler, içlerindeki yaraya ulaşabilecek duygusal ilişkilere girmezler. Görünüşte hayatından memnun, mutlu mesut, esprili tiplerdir genellikle. Her şeye gülüp geçerler  herkesle alay ederler, kibirli ve soğukturlar. Yaralarını onlara hatırlatan müziklerden, romanlardan, filmlerden kaçarlar. Duygulanmazlar, sevmezler, acımasızdırlar. Dışarıya gösterdikleri kabukları o kadar serttir ki, gözlerindeki keder belli olmasın diye, donuk bir ifade ile bakarlar, göz göze gelmekten kaçınırlar, sevgiyi zayıflık olarak görürler, o yüzden sevilmezler de. Kontrollü birer ruh hastasıdır her biri, soğukkanlı birer duygu katili aynı zamanda.     Yüzleşemedikleri ac...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Lise yılları, köydeyiz kayısı topluyoruz. Şimdilerde rahmetli olmuş akraba bir kadın, annemin ağzına girmiş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor bana bakarak. Çaktırmadan yaklaşıyorum merakla. Filankesin oğlu senin kıza talip oldu diyor, durumları iyi, ver kızı rahat eder diyor, ver kızı size de faydası dokunur, zenginler, varlıklılar diyor. Annem uzun uzun dinliyor, ne söyleyecek diye merak ediyorum, kulak kabartıyorum heyecanla. Birden başını kaldırıp sert, bir o kadar da net bir ses tonuyla, benim kocaya verecek kızım yok diyor, ‘’benim kızım okuyacak…’’ O an annemin boynuna atlayıp, iyi ki benim annemsin demek istiyorum ama muhabbeti duyduğum anlaşılmasın diye usul usul kayısı toplamaya devam ediyorum, yüzümde hınzır bir gülümseme. Ondan sonraki gelenlere de, annem hep aynı cümleyi kuruyor. Benim kızım okuyacak! Benim kızım okuyacak.. Okudum ben de, hep okudum. Kitap okudum, düşünmeyi öğrendim, okul okudum hayatı öğrendim, üniversite okudum, direnmeyi öğrendim, haksızlığ...