eğer bir zeus,
hera, athena veya medusa değilseniz.. bir bakışınızla, bir sözünüzle
karşınızdakini taşa çevirme gibi yetenekleriniz yoksa, bir şeyi lanetlemek çok
birşey ifade etmez diye düşünüyorum.. tıpkı yıllardır kahrolsun dediğimiz
hiçbir şeyin kahrolmadığı gibi.. ha bir işe yaramasa bile en azından durduğum
yeri gösterir diyorsanız ayrı.. ama artık kuru kuru lanetlemelerin, hamasi
söylemlerin, intikam yeminlerinin yerini, başka bir zeka, başka bir dil almalı
diye düşünüyorum.. çünkü olaylar bir kez şiddet sarmalına girdimi, taraflardan
biri akıl edip sarmalı hiç beklenmeyen bir yerinden kırmadıkça kısır döngü
sonsuza kadar devam eder.. ve geriye sadece ölüm, kan, gözyaşı ve acı kalır..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder