sonunda bir fotoğraf makinası aldım kendime..
önce gidip biraz kirli yüzlü çocuk fotoğrafı çekeyim.. birkaç sevimli sokak
hayvanı üşümüş bir kedicik mesela.. sonra yüzleri kırışık dede ve nene suratı
çalışayım.. ardından gölyazına gideyim göl kenarında kuru bir ağacın altında
kendi kaderine terkedilmiş rüzgarla bir o yana bir bu yana rakseden bir kayık
bulup objektifime yansıtayım.. etrafındaki kirlilikleri photoshop ile yokederim
nasılsa.. ordan ver elini cumalıkızık.. taşlı dar sokaklardan eşeğinin
yularından tutup sigarasını tellendirirken cumbalı ahşap evinin camındaki
teyzeye efkarlı bir bakış fırlatan bir amca çekeyim.. üstüne mudanyaya gidip
tam ağını denize atarken rasgele diyen sarı çizmeli bir balıkçı.. iki türbe bir
ulucami.. ordan uludağa çıkıp birkaç kar manzarası da çekersem stajımı
tamamlamış olacağım kısmetse..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder