şehirlerarası yolculuklar yapanlar, özellikle de batıdan doğuya gidenler bilir.. sabaha karşı gözlerini açarsın, mahmur gözlerle o güneşin ilk kızıllığının vurduğu boz tepeleri görürsün.. bilirsin ki, ya güründesindir ya darende de.. etrafına bakarsın herkes uyuyor.. sen de uyumak istersin yeniden.. o kadar tatlıdır ki uyku, keşke daha uzun olsa da yolum ben hep uyusam diye düşünürsün.. başını yatırır, gözlerinin üstüne örtersin kirpiklerini yeniden.. işte tam da o ara kulağına bir türkü çalınır radyodan.. ‘meşakkatin adın murad koymuşlar, dünyada ne lezzet, ne bir tad gördüm’ o dur işte.. sağ salim vardığının hüzünlü, meşakkatli ama tamam olmuş ezgisidir işte o.. hoştur..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder