ah bu erik ağaçlarının apansız gelen bahara aldanıp, yaprağından önce beyaz çiçeklerini sunuşu.. sütbeyaz çiçeklerin, bohçasını toplamış giderayak olan kışa inat direnişi.. güzelliğini, sadeliğini insan ruhuna nakşedişi.. ah algıları büküşü, aşk ve tutku suçlarının trajedik çelişkisi.. insanı bir tutam deli kokusuyla yoldan çıkarışı.. insana, insan olduğunu hatırlatışı.. durduk yerde bünyeye yaşam sevinci aşılayıp aşık edişi.. ah baharın işbirlikçisi.. insan nefsinin naif hazcısı.. çaldığı hazzın daimi bekçisi.. ah bünyenin bir erik çiçeğine anlam yükleyişi.. aşkın, gözden azade öze tutunuşu, buram buram kokuşu.. ruhun o derin hazza varışı.. işte bunlar hep baharın gelişi..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder