o zamansız zamanlarda, o telaşlı mekanlarda.. hasretinden prangalar eskittim çalıyor eski bir teypde şimdi.. ben, kırık dökük öğrenci evi kanepesine uzanmışım, üzerimde yoldaşlarla yurttan arakladığımız, üzerinde yurt-kur yazan koyu kahverengi battaniye.. inşaat tuğlasına monte ettiğimiz elektrik tellerinin kızıl ışığı vuruyor yüzüme.. elimde sol yayınlarından bir kitap -sol komünizm bir çocukluk hastalığı- okuyor muyum, şiiri mi dinliyorum bilmem kaçıncı kez bilinmez.. alıp götürdüğü büyülü, masalsı diyarlardan, sisli puslu dağlardan adiloş bebenin ninnisine kulağımı yatırıyorum belki.. görüşmecim yeşil soğan gönderiyor sonra.. karanfil kokuyor cıgaram.. dayan kitab ile umut ile sevda ile düş ile diyorum kendi kendime, dayan rüsva etme beni.. oy sevmişem ben seni.. derin ve soluksuz uykulara dalıyorum sonra ve hala seni dinlediğimde huzurlu uykuların koynuna varıyorum.. velhasıl nakış nakış işlediğin hayatımın her dönemine iyi ki girmişsin ahmed arif.. iyi ki doğmuşsun, iyi ki geçmişsin bu gezegenden
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder