çok eskiden bir gün, bir
arkadaşın kitap evinde takılırken zıpır bir kız girdi içeri.. altı mayıs
öncesiydi, kitap evinin her yeri deniz gezmiş posterleriyle doluydu.. kız baktı
baktı kim bu yakışıklı ya her yere fotosunu asmışsınız dedi.. o yakışıklıyı
idam ettiler dedik, anlattık mevzuyu.. o zıpır kız oturup bir tabureye hüngür
hüngür ağladı hiç unutmam.. sonra onu daha yakından tanımak istiyorum dedi..
uzandım ordan, erdal öz'ün gülünün solduğu akşam kitabını verdim al bunu oku
dedim gönderdim.. bir kaç gün sonra gene geldi.. ben de deniz olmak istiyorum
dedi.. onu tanımak onu anlamak onun gibi olmak istiyorum dedi.. benzeri
sebeplerle devrimci olan o zamanki bilincim onu sarıp sarmaladı.. uzun uzun
sohbetlerimiz oldu.. ona üniversiteye ilk geldiğimde deniz gezmişçileri ararken
nasıl devrimci olduğumu anlattım, gülüştük.. o tatlı ve duyarlı kız nerededir
şimdi bilmiyorum ama deniz gezmiş hala burada.. az sonra bir kez daha son
mektubunu yazıp yoldaşlarıyla vedalaştıktan sonra, hiç tanımadığı insanların
daha güzel daha onurlu hayatları olsun diye canından, gençliğinden ve
hayallerinden vazgeçecek.. az sonra yağlı ilmeklere geçirilen o güzel boynu
yana düşecek.. az sonra celladına bırakmayacak işi, kendi tekmeleyecek idam
sehpasını.. az sonra bir deniz ölecek ama binlerce deniz doğacak.. az sonra
geceden azade korkulardan ziyade, tan yeri ağarmadan denizler ölümsüzleşecek
bir kez daha.. 'aslan'lar gibi 'inan'çla..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder