Ana içeriğe atla

şeker bayramı

küçükken bayramlarda şeker toplardık.. beş on kişilik gruplar halinde örgütlenip elimize birer poşet alarak tüm mahallenin kapılarını tek tek çalardık.. komşuların, amcaların, teyzelerin bayramını kutlar, şekerlerimizi, harçlıklarımızı ve hayır dualarımızı alıp başka kapılara yelken açardık.. bazen tüm tembihlemelere rağmen mahalle dışındaki büyük ve çok katlı, ışıltılı apartmanlara daha güzel şekerleri vardır yanılsamasıyla girer, ağzımızın payını alırdık.. zenginlerin, şimdilerde çocuk şekeri tabir edilen ucuz şekerleri hatta utanmadan çay şekerini bize bayram şekeri diye yutturduklarına şahit oldu bir nesil..

ne kadar çok çeşit şeker vardı o zamanlar.. rengarenk kağıtları olan limonlusu, portakallısı, nanelisi, türkan şoray göbeklisi, kalplisi incesi, uzunu ve en kıymetlisi çikolatalısı, beyazlısı, ısırınca içinden bal çıkanı ve daha neleri.. akşama kadar o kapı senin bu kapı benim gezer, şeker dükkanına dalmış kedi misali dudaklarımızın üstünde ince ve tatlı bir çizgiyle, poşetler elimizde, yetmeyeni peşimizde modunda dünyanın en kıymetli hazinesi gibi eve getirip sayardık sabırla.. benimki daha çok, şunla bunu değişelim mi tartışmasını da yaptıktan sonra içlerinden bazılarını iştahla yer.. kalanını, evin kimsenin bilmediği en ücra köşesine saklayarak huzurlu uykulara dalardık..

rüyamızda, çeşmelerinden çikolata akan havuzlarda çimip, karamel balçıklarına dalıp çıkardık.. ikinci günü şekerden, gofretten bir nebze olsun tiskinmiş halde ince bir karın ağrısıyla uyanır, ilk olarak sessiz adımlarla kimseyi uyandırmadan hazinemizin yerinde olup olmadığını kontrol ederdik.. her şey yolunda ise dünden kalan harçlıkları bayramlıkların cebine koyar, bakkalın yolunu tutardık.. kayısı kola vardı o zamanlar.. bi kara kola, bir de sarı kola, yanına da eti puf, ohh değmeyin çocuğun keyfine.. balık krakerle çubuk krakerin ise yüzüne kim bakar behey..

şimdiki çocuklar gibi elimizde tabletler telefonlar yoktu.. teknolojiden bihaberdik belki ama kendi oyuncağımızı bile kendimiz yapar, kendi uydurduğumuz oyunları oynardık büyük bir neşeyle.. kendi mahallemizde güvenle gezer, kimsenin bize kötülük yapmayacağını bilirdik.. acıktığımızda hangi eve girsek o doyururdu karnımızı.. bir parça salçalı ekmek yeter de artardı mutlu olmamıza.. şimdi yemeyip yüzüne bakmadığınız o şekerler, çikolatalar, yaş pastalar bizim için kıymetliydi.. o annenizin zorla yedirmeye çalıştığı yemekler bizim için çok anlamlıydı.. yalnız bayramlarda bile olsa mutluyduk biz be..








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karakolda Ayna Yok

    Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...

Kendi Karanlığında Boğulmak

    Büyük travmalar yaşayıp, acılarıyla yüzleşememiş insanlar; bilinçaltının da yardımıyla kendine birer savunma mekanizması geliştirirler. Bir daha aynı noktaya dönmemek için, o yaşadıklarını bir daha yaşamamak için etrafına görünmez duvarlar örerler. Bu insanlar günlük hayatlarını maskelerle yaşarlar. Kimseye güvenmezler, içlerindeki yaraya ulaşabilecek duygusal ilişkilere girmezler. Görünüşte hayatından memnun, mutlu mesut, esprili tiplerdir genellikle. Her şeye gülüp geçerler  herkesle alay ederler, kibirli ve soğukturlar. Yaralarını onlara hatırlatan müziklerden, romanlardan, filmlerden kaçarlar. Duygulanmazlar, sevmezler, acımasızdırlar. Dışarıya gösterdikleri kabukları o kadar serttir ki, gözlerindeki keder belli olmasın diye, donuk bir ifade ile bakarlar, göz göze gelmekten kaçınırlar, sevgiyi zayıflık olarak görürler, o yüzden sevilmezler de. Kontrollü birer ruh hastasıdır her biri, soğukkanlı birer duygu katili aynı zamanda.     Yüzleşemedikleri ac...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Lise yılları, köydeyiz kayısı topluyoruz. Şimdilerde rahmetli olmuş akraba bir kadın, annemin ağzına girmiş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor bana bakarak. Çaktırmadan yaklaşıyorum merakla. Filankesin oğlu senin kıza talip oldu diyor, durumları iyi, ver kızı rahat eder diyor, ver kızı size de faydası dokunur, zenginler, varlıklılar diyor. Annem uzun uzun dinliyor, ne söyleyecek diye merak ediyorum, kulak kabartıyorum heyecanla. Birden başını kaldırıp sert, bir o kadar da net bir ses tonuyla, benim kocaya verecek kızım yok diyor, ‘’benim kızım okuyacak…’’ O an annemin boynuna atlayıp, iyi ki benim annemsin demek istiyorum ama muhabbeti duyduğum anlaşılmasın diye usul usul kayısı toplamaya devam ediyorum, yüzümde hınzır bir gülümseme. Ondan sonraki gelenlere de, annem hep aynı cümleyi kuruyor. Benim kızım okuyacak! Benim kızım okuyacak.. Okudum ben de, hep okudum. Kitap okudum, düşünmeyi öğrendim, okul okudum hayatı öğrendim, üniversite okudum, direnmeyi öğrendim, haksızlığ...