Hep başkalarının kahramanlıklarıyla böbürlenir.. başkalarının
dertleriyle kederlensiniz.. en son ne zaman kendi duygularınızı anlatan bir
cümle kurdunuz kendi kelimelerinizle.. en son ne zaman dinlediniz kendinizi..
ne zaman yüreğinize elinizi koyup atıyor mu diye baktınız.. vicdanınızın son
kullanım tarihi ne.. ya vicdanınızın sınırı var mı biliyor musunuz sahi.. ne
zaman kendi kendinize kalıp kimim ben, neyim sorusunu sordunuz kendinize.. iyi
miyim..yoksa kötü mü..? haddinizin sınırı ne diye hiç düşündünüz mü..? sizi kim
anladı bu güne kadar.. kim inandı size kayıtsız şartsız.. kim dost oldu kim
düşman.. sizi bilen oldu mu hiç.. siz kendinizi hiç bildiniz mi sahi..?
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder