biz küçükken ayı
oynatılırdı mahallede.. kavruk tenli, kara şalvarlı, şapkalı bir dayı gelirdi
kapımızın önüne.. bir elinde tef, diğer elinde zincire bağlı iki ayağı üzerinde
duran devasa cüsseli kahverengi bir ayı.. adı nazife ya da pakize olurdu
nedense.. yeterince seyirci toplanınca başlardı şovuna ayı eğiticisi.. önce
oynak bir şarkı söyler tefiyle ritm tuttururdu.. ayıcık birden göbek atmaya
başlardı tırnakları kızgın sacda yakılmış pençelerini sağa sola savurarak..
sonra altın dişli kavruk sahip keyfe gelir, emrederdi ayıya; yap bakayım nazife
kadınlar hamamda nasıl bayılır.. nazife gözlerini mahmurlaştırarak önce geriye
doğru, sonra yumuşak hareketlerle yana doğru devrilirdi bir pençesini anlına
dayayarak.. ayı usulüne uygun bayılırken, şalvarını böğrüne kadar çekmiş
kadınlar koca memeleri göbeklerine vura vura kahkahalar atarlardı.. kocaları
ise, karı işi dedikleri bu şovu kaçamak gözlerle izlerken, ayının ve kavruk
sahibinin emeğine binaen üç beş kuruş para atarlardı yere serilmiş mukavvaya..
gösteri bitince ayı, arkadan gerdirilmiş geminin etkisiyle dişlerini gösterip
selam verirdi kalabalığa.. ayı mutlu, altın dişli kavruk sahibi mutlu, ahali
mutlu ayrılıp giderlerdi bir başka mahalleye.. ah kimseler görmezdi o koca
hayvanın gülerken gözlerinden dökülen acıyı, kederi, çaresizliği.. ah kimseler
görmüyor hala..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder