şöyle beyaz tahta masaları, renkli ahşap sandalyeleri olan küçük,
eski bir mekan olsa.. havlusunu omzundan sarkıtmış aksak bir ihtiyar servis
yapsa.. masada canım ciğerimli, gülümlü konuşan abiler ablalar olsa.. fonda
inceden, ‘’yine mi güzeliz yine mi çiçek’’ şarkısı çalsa.. sonra ben girsem
içeri, bir iskemle de devrimime çek dese biri.. hayatın süzgecinden damıttığı
muhabbeti kadehime doldursa öteki.. ‘’insan dediğin bir damla su’’ diye
fısıldasa sakallı bir abi kadehime buz eklerken.. ‘’dünya bir yanılsama’’ dese öteki
tabağıma bir tutam börülceyi bırakırken.. ‘’sen bakma bunlara gülüm, bak umut
bir pencere kadar yakınında, sen yeter ki açmasını bil’’ dese bir güzel abla..
gülüşsek sonra hep birlikte varsak olgunluğun tadına hoş olsak.. içsek gönül
şerbetinden mest olsak.. unutsak dertleri kederleri, enteresan hayallere dalsak
şöyle..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder