eskiden şöyle solcu, pos bıyıklı abiler vardı.. hafta sonları
birinin evinde tüm dostlar toplanır mangal yapılırdı.. ablalar; yöresel
yemekler, leziz mezeler hazırlardı.. içli köfteler, yaprak sarmalar, kuru biber
dolmaları, çiğköfteler gözümüzü, buram buram dönem kokan samimi muhabbetleri
gönlümüzü doyururdu.. rakılar özenle doldurulur sağlığa, şerefe kadeh
kaldırılırdı.. ilerleyen saatlerde bir abi eline bağlamayı alıp birkaç deyiş
çalardı önce.. sonra aldırma gönül, karlı kayın ormanı, sarı çiçek, oy kader
ardından da bir arguvan havalandırırdı, hep birlikte eşlik ederdik sesimizi
sazına katarak huzur bulurduk.. bazı güler, bazı sessizleşip, dertlenirdik..
sevgi, saygı, sıcaklık vardı o evlerde.. sahi nere gitti o abiler ablalar.. ne
güzellerdi..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder