taş duvarlı,
toprak damlı, derme çatma iki göz evde tecelli etsek keşke.. iki leğen koysak
çatlamış zemine, birine yağmurun damlalarını ötekine gözyaşlarımızı akıtsak..
tek derdimiz mahsul ve gübre fiyatları olsa.. sabah kalkıp eşiklikte köyün
gıybetini yapsak, akşam olsa sonra.. bahçede üç taş üstüne közde çay demlesek
kara çaydanlıkta.. eski bir radyoda -yüce dağ başında yanar bir ışık, düşmüşüm
derdine olmuşum aşık- çalsa, dinleyip enteresan hayallere dalsak.. gündelik
hüznümüzü gölgeleyen ateşin çıtırtılarına ruhumuzu yatırıp, ayın bulutla
münasebetinden mana çıkarsak.. azıcık huzur bulsak lan keşke..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder