küçüğüm; babam
şehire gidecek sabah.. banyosunu yapıyor, traşını oluyor, tırnaklarını kesiyor
annemle birlikte, hazırlanıyor.. en janti gömleğini, en jilet pantolonunu
giyiniyor.. bir anda köyün kirinden pasından sıyrılıp yakışıklı medeni öğretmen
haline geri dönüyor. ne de olsa şehire gitmek bunu gerektiriyor.. onu uzaktan
süzdüğümü görüyor ve diyor; bişey istiyor musun kızım.. diyorum baba bana
kırmızı bir ayakkabı getir.. saçımı karıştırıp şefkatle tamam diyor ama
sarılıp öpmüyor, çünkü köyde yaşamak bunu gerektiriyor.. köyün dolmuşuna
bindiğinde, akşam döneceğini bile bile nedense sanki hiç gelmeyecekmiş gibi
paçalarına yapışıyorum babamın, gitme diye.. öğretmenlik yaptığı köylerde akşam
kahveye gitmesin diye çizmelerini sakladığım gibi..
akşam oluyor,
babam elinde filelerle, paketlerle geri dönüyor.. eve, öte beri, annemin
ihtiyaç listesi filan derken o paket açılıyor sonunda kutsal bir ritüel gibi..
içinde kıpkırmızı potinler çıkıyor, nasıl parlıyor ama.. al bu senin diyor
babam nasıl seviniyorum.. alıyorum kırmızı ayakkabılarımı iki odalı damın en
ıssız köşesine çekiliyorum, o an dünya bize dönüyor sadece, ben ve kırmızı
potinlerime.. bakmaya doyamıyorum, dokunmaya kıyamıyorum, sonunda benim de
kırmızı ayakkabılarım oluyor işte.. ayağıma giyiniyorum evin içinde bir tur
atıyorum sonra çıkarıp karşıma koyuyorum hayran hayran bakıyorum, gözlerim
ışıldıyor.. elimden bırakamıyorum.. gece oluyor herkes yatıyor ben kırmızı
potinlerimi yastığımın yanına koyuyorum uhrevi bir ibadetle onun güzelliğini
hayranlıkla izlerken derin bir uykuya dalıyorum sonra..
sabaha kadar
rüyamda kırmızı ayakkabılarımı görüyorum.. birinde çalıyorlar benden birini
kara giysililer, ötekinde kaybediyorum tekini.. kan ter içinde uyanıp başımı
çevirip bakıyorum yer yatağımın yanında, kısık fitilli gaz lambasının ölgün
ışığında yatıyorlar iki kınalı kuzu gibi.. derin bir nefes alıyorum yeniden
yatıyorum, bu sefer dere tepe gezerken çamura saplandığımı görüyorum rüyamda,
ayağımı zorla kurtarıyorum ama bir ayakkabım çamurun içinde kayboluyor
yeniden.. böyle böyle sabahı zor ediyorum.. kırmızın mı var derdin var'ı ilk
defa o vakit öğreniyorum ben.. şimdi düşünüyorum da ne kadar kıymetliymiş
kırmızılarımız o çocuk çağlarımızda.. ne ara yitirdik biz, o kırmızılara anlam
yüklemeyi.. ne ara izin verdik, o kara giysililerin onları bizden çalmasına..
Büyük harf kullanmamak, Üç noktayı sıkça kullanmak... Sebebi ne ola ki? Yüreğine sağlık Devrim. Bir de sayfa rengini mi değiştirsen acep?
YanıtlaSilTeşekkür ederim Çağlar. genelde büyük harf kullanmıyorum, harflerin eşitliğinden yanayım :) şaka bir yana sözlük tarzı bu herhalde bana da bulaştı uzun zamandır. blog da çok yeniyim biraz kurcalayayım oturtacağım renkleri dizaynı..
YanıtlaSil