bilen bilir, eskiden köylerde yaz başında kavurmalık bir dana alınır, besleyip büyütülür, yaz sonunda kesilip kavurma yapılır, kışlık erzakların yanına katılırdı.. işte bizimkiler de küçük bir dana alıp getirdiler bir gün eve.. sarı küçük sevimli bir buzağı. ailece seviyoruz, oynuyoruz, ona en güzel otları getirip ellerimizle yediriyoruz. buzağı mutlu, biz bahtiyarız.. bir gün evdekiler değirmene gitti beni evde yalnız bıraktılar.. giderken annem sıkı sıkı tembihledi.. dana evin önünde bağlı sahiplik et.. öğlene doğru önüne bir avuç yem at, fazla verme, samanla karıştırmayı da unutma dedi..
öğlen olunca dananın yemini hazırladım önüne koydum, baktım içinden buğdayları seçiyor samanları hiç yemiyor.. dedim yazık ya biraz daha versem ne olur ki.. bir avuç daha koydum, bir avuç daha bir daha derken dayadım yemi hayvana. o deli bir iştahla yerken ben nasıl coşuyorum. yetmedi, getirdim çuvalın dibini de silkeledim önüne, güzelce doyurdum hayvancağızı. ardından bir kova da su koydum önüne nasıl susamış yavrucak, tüylü dudaklarından süzdüre süzdüre içti suyu, dibini buldu kovanın. o içtikçe ben nasıl mutlu oluyorum.. ikimizde o an, o öğlen sıcağında dünyanın en mesut iki yavrusuyduk..
aradan birkaç saat geçmemişti, bir baktım danacık olduğu yere serilmiş yatıyor.. oynamaya çalışıyorum yüz vermiyor, sesleniyorum küçücük kulaklarını titretiyor, gözlerini kocaman açmış dehşetle yüzüme bakıyor.. anlam veremiyorum ne olduğuna. annemler geldi o sırada, bu hayvana ne oldu dedi.. bilmiyorum ben bir şey yapmadım.. yemi çok mu verdin dedi.. evet onu nasıl beslediğimi ballandıra ballandıra anlattım çocukluğumun tüm saflığıyla.. annem dedi şişmiş bu çatlayacak.. elinden her iş gelen bir yengem var onu çağırdılar. kadın yürütmeye çalıştı yediklerini çıkarsın diye bir sürü uğraştı yok, hayvan yere yatmış ayaklarını atıp duruyor.. babam dedi bıçaksız olacak kesin bunu..!
gözlerimin önünde boynuna bıçağı attılar zavallıcığın içim acıdı.. tam o anda göz göze geldik son kez acıklı acıklı baktı bana. daha fazla dayanamadım hemen kaçtım oradan koşa koşa bahçeye gittim.. kendimi nasıl kötü hissediyorum ama, nasıl suçluyum, hayvana iyilik yapayım derken ölümüne sebep olmuştum.. uzandım bir kayısı ağacının altına.. nasıl üzgünüm, nasıl bedbahtım.. dünyam yıkılmış, ruhum incinmiş, çocuk kalbim paramparça olmuştu.. kayısı yapraklarının arasından gökyüzünün maviliğine bakıp bir teselli aradım.. tam o anda küçücük bir kuş geldi, yüzüme değmeye ramak kalan incecik bir dala kondu, bana bakıyor..
gözlerimi kıstım, hiç kımıldamıyorum korkup kaçmasın diye nefes bile almıyorum. kuş tam gözümün ucunda neşeyle sallanıyor, sallandıkça tüyleri renkte renge giriyor.. unuttum danayı, kuşa daldım, uzun uzun yaylandı dalda öttü durdu.. gökyüzünün maviliğinden mi kayısı dallarının yeşilliğinden mi yoksa o minik kuşun keder dağıtan tatlı sesinden mi bilinmez üzüntüm az da olsa hafiflemişti.. akşama doğru kalktım gittim eve. önce fırçamı sonra da kavurmamı yedim ağlaya ağlaya vicdanımın dibini sıyırıp yattım.. rüyamda o tatlı kuşu gördüm yine, bu sefer konuşuyordu.. -üzülme senin suçun değildi, hem nasıl olsa keseceklerdi onu..
Yorumlar
Yorum Gönder