Ana içeriğe atla

bir parça huzur



uludağ yolunda, ormanın içinde, küçük ahşap bir evde oturan, dünyevi işlerle yolunu ayırmış, kendini doğanın güvenli kollarına bırakmış, gönlü güzel, erdemli kadim bir dostum arasa keşke.. devrim’im gel bi yüzünü göreyim, şömineyi de yaktım hava tam senin sevdiğin gibi, hadi gülüm dese.. atlasam arabaya, yolda durup öteberi alsam, çekirge meydanından kıvrıla kıvrıla yukarı çıksam, nazım’ın bursa mahpusunda yattığı yıllarda, evci çıktığında piraye ile kaldığı servinaz otelin önünden geçip selam çakarken, gençlikte, çoğu günümü kuru sandalyelerinin başında kitap okuyarak geçirdiğim boynu bükük hüsnü güzel çay bahçesinin önünden geçerken hüzünlensem, oradan biraz yokuş tırmanıp aşıklar çay bahçesine el sallasam..


ağaçların yolların üstüne saçını döküp, her geleni kucakladığı ince uzun yollardan tırmanırken; sarının, yeşilin, kahverenginin, kızılın her tonuna gönlümü kaptırıp, yavaş yavaş gözden kaybolan sisler içindeki ihtiyar kente baksam.. ne kadar da büyüdü bu şehir, biz geldiğimizde buralar hep dutluktu diyip gülsem içimden.. tam altıyüz yıldır bursa’ya tepeden bakıp göz kulak olan, kim bilir ne aşklara, ne savaşlara, ölümlere, acılara şahitlik eden ulu çınara göz kırpıp, lambaların, ışıkların soluklaştığı, insan seslerinin derinleşip kaybolduğu yerden sola dönsem, arabanın camına düşen sarı yaprakları silmeye kıyamayıp rüzgara bıraksam, buğulanmış cama yüzümü yapıştırıp, yağmur damlaları arasından ormanın içinde saklanmış sisler içindeki o masalsı evi bulsam..


usul usul yağan yağmur yüzümüzü gözümüzü ıslatırken, hüzünlerin akmasına kulak asmayıp yılların özlemiyle birbirimize sarılsak.. kucaklaşıp hasbıhal ettikten sonra odun sobasında demlenmiş çaylarımızı alıp kalın kareli battaniyelerimize sığınsak.. hiç durmadan yağan yağmurun tatlı sesini, son kalan yaprakların hışırtılı vedalarını dinlesek.. yabanıl gece kuşlarının ötüşü, uzaktan gelen köpek ulumalarına karışsa.. iki elimizle kavradığımız çay bardakları tenimizi, renklerin muhteşem coşkusu ruhumuzu ısıtsa, yaprağından ayrı düşen ağaçların ağıtlarını dinleyip hüzünlenirken, nemli, ılık dağ havasını içimize çekip, kulağımızı yanan odunların çıtırtısına, yüreğimizi eski bir radyodan ince ince yükselen bir anadolu türküsüne teslim edip bir parça huzur bulsak keşke..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karakolda Ayna Yok

    Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...

Kendi Karanlığında Boğulmak

    Büyük travmalar yaşayıp, acılarıyla yüzleşememiş insanlar; bilinçaltının da yardımıyla kendine birer savunma mekanizması geliştirirler. Bir daha aynı noktaya dönmemek için, o yaşadıklarını bir daha yaşamamak için etrafına görünmez duvarlar örerler. Bu insanlar günlük hayatlarını maskelerle yaşarlar. Kimseye güvenmezler, içlerindeki yaraya ulaşabilecek duygusal ilişkilere girmezler. Görünüşte hayatından memnun, mutlu mesut, esprili tiplerdir genellikle. Her şeye gülüp geçerler  herkesle alay ederler, kibirli ve soğukturlar. Yaralarını onlara hatırlatan müziklerden, romanlardan, filmlerden kaçarlar. Duygulanmazlar, sevmezler, acımasızdırlar. Dışarıya gösterdikleri kabukları o kadar serttir ki, gözlerindeki keder belli olmasın diye, donuk bir ifade ile bakarlar, göz göze gelmekten kaçınırlar, sevgiyi zayıflık olarak görürler, o yüzden sevilmezler de. Kontrollü birer ruh hastasıdır her biri, soğukkanlı birer duygu katili aynı zamanda.     Yüzleşemedikleri ac...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Lise yılları, köydeyiz kayısı topluyoruz. Şimdilerde rahmetli olmuş akraba bir kadın, annemin ağzına girmiş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor bana bakarak. Çaktırmadan yaklaşıyorum merakla. Filankesin oğlu senin kıza talip oldu diyor, durumları iyi, ver kızı rahat eder diyor, ver kızı size de faydası dokunur, zenginler, varlıklılar diyor. Annem uzun uzun dinliyor, ne söyleyecek diye merak ediyorum, kulak kabartıyorum heyecanla. Birden başını kaldırıp sert, bir o kadar da net bir ses tonuyla, benim kocaya verecek kızım yok diyor, ‘’benim kızım okuyacak…’’ O an annemin boynuna atlayıp, iyi ki benim annemsin demek istiyorum ama muhabbeti duyduğum anlaşılmasın diye usul usul kayısı toplamaya devam ediyorum, yüzümde hınzır bir gülümseme. Ondan sonraki gelenlere de, annem hep aynı cümleyi kuruyor. Benim kızım okuyacak! Benim kızım okuyacak.. Okudum ben de, hep okudum. Kitap okudum, düşünmeyi öğrendim, okul okudum hayatı öğrendim, üniversite okudum, direnmeyi öğrendim, haksızlığ...