Küçüğüm; babamın öğretmenlik yaptığı
uzak bir köyün küçük lojmanında kalıyoruz. Akşamüstü kapının önünde oturuyorum.
Elimde, bir peş dolusu nohut ödeyerek çerçiden alıp, daha eve varmadan kopan
kolyemin zinciri, sıkıntıyla sallayıp duruyorum. Bir yandan da önümden geçip
boyundan büyük buğdayları sırtlanmış art arda dizilmiş, telaşeyle eve ekmek
götüren karıncaları süzüyorum. Çocukluk işte, merak ediyorum nereye
gittiklerini. Onlar için büyük benim için küçük birkaç adım atıp takip edince,
az ötede bir delikten aşağı inip kaybolduklarını görüyorum. Yuvalarının
etrafına, elenmiş topraktan özenle yapılmış yuvarlak tümseklere çer çöp yığıp
kale oluşturmuşlar. O tümseği aşınca gözden kayboluyorlar. yanlarına oturup
uzun uzun izlemeye başlıyorum. Birden elimdeki zinciri delikten içeriye salıyorum
yavaşça, ne kadar derin olduğunu anlamaya çalışıyorum. Daha derine, daha derine
indikçe, bir anda zincir elimden kayıp deliğin içine düşüyor. Annem sesleniyor
o sıra, aklımı sarı parlak zincirde bırakıp dönüyorum eve. Bir süre sonra
karıncaları da unutuyorum zinciri de, derin bir uykuya dalıyorum.
Sabah gözümü açar açmaz aklıma
geliyor nedense, koşa koşa karıncaların kapısına varıyorum. Varayım ki ne
göreyim. Akşam içeriye düşürdüğüm zincir, dışarıda tümseklerin yanında güneşte
ışıl ışıl parlıyor. Çok şaşırıyorum nasıl olur bu. Bu ufacık minnacık
karıncalar, kendilerinden kat be kat ağır bu zinciri nasıl olup da dışarıya
çıkarmışlardı. Hayırdı, olamazdı. Belki de bu başka zincirdir diyorum kendi
kendime. Gün boyu zincir elimde dolanıp duruyorum. Oynuyorum, geziyorum
tozuyorum, türlü itlik sıpalık peşinde koşuyorum ama karıncaları unutamıyorum.
Aklımın bir köşesini küçük ayaklarıyla gezip, minik ağızlarıyla kemiriyorlar
bilfiil. Böyle böyle düşünerek akşamı ediyorum. Tam eve girecekken birden çark
edip o karınca yuvasına tekrar dönüyorum ve bu sefer elimdeki zinciri bile
isteye delikten aşağıya bırakıyorum tam bir pislik gibi. Eve dönüp yemeğimi
yiyip yatıyorum. Rüyamda, karıncaların el birliğiyle yüklenip o sarı zinciri
yukarıya kaldırmaya çalışırken kan ter içinde kaldıklarını görüyorum.
Sabah, gördüğüm rüyanın da
etkisiyle aceleyle kalkıp yuvaya doğru koşturuyorum. Küçücük ellerimle
gözlerimi ovuşturuyorum. Zincir yine dışarıda, tümseğin yanında yusyuvarlak
sarılmış yatıyor. Bunu, bu şekilde, günlerce tekrarlıyorum manyak gibi. Her
akşam zinciri delikten içeri bırakıp, her sabah gidip alıyorum. Bir sabah gidip
baktığımda zinciri bulamıyorum. Sanırım artık başına geleni kabullenip iki göz
daracık evlerinde onu koyacak bir yer ayarladılar ya da döngüyü alışılmadık bir
şekilde kırıp kurtuldular benden. Ne zaman karınca görsem atalarına ettiğim bu
zulüm aklıma geliyor, üzülüyorum. İnsan küçükken bilemiyor belki ama büyüdükçe
birilerine verdiği zararlar gelip yüreğine çörekleniyor. Yazık hayvancıklara
ya, sen bütün gününü rızkının peşinde koşarak geçir, mesaini bitir, gönül
rahatlığıyla evine varıp yemeğini ye, tam kanepeye uzanıp hanımınla çocuğunla
televizyon izleyecekken, canı sıkılan veledin teki gelsin evinin çatısını
tepelesin. Yuvana ne idüğü belirsiz cisimler atsın. İşin yoksa her gece onu
dışarı çıkarmakla uğraş dur sabaha kadar. Şimdi düşünüyorum, çocukluğum da pek
normal değilmiş. Bu vesileyle, bünyesini yorduğum, emeğini gençliğini ve
keyfini çaldığım tüm karıncalardan özür diliyorum, affetsinler beni ya..
Yorumlar
Yorum Gönder