Başı karlı bir dağın eteğinde küçük ahşap bir kulübe var. Önünde ahşap uzun bir masa. Bir ucunda sen oturuyorsun bir ucunda ben. Önümüzde bir bardak, bir tabak var. Kadehte rakı, tabakta az peynir var. Uzak tepelerin üstünden güneş batıyor. Ortalık tatlı bir kızıllığa bürünmüş. Yerlere bakıyorum kar var, kızıla çalan bir kar, bakır kızılına. Kardan yüzümüze vuruyor kızıllık, yüzüne bakıyorum sakalların da kızıl, koyu kızıl. Rakı, masa, ev her yer kızıla boyanmış. Geldiğin için teşekkür ederim diyorum. Susuyorsun yine uzun uzun. Seni dinlemeye geldim diyorsun sonra, ‘’ama çok fazla vaktim yok’’ Ben de seni dinlemek istiyorum ama hiç konuşmuyorsun diyorum. Susuyorsun yeniden. Bir türkü çal o zaman, yalnızca benim olsun. Çalamam diyorsun, ‘’sazımın telleri eksik’’ Sana çok kırılmıştım ama şimdi geçti diyorum. Mangal kömürü bilir misin diyorsun yerden bir avuç kar alıp rakı bardağıma koyarken. Yüzüme bakarak devam ediyorsun; mangal kömürü, yanar yanar kor ateşe dönüşür. Bir süre sonra yanması biter, korların üstü külle kaplanmaya başlar. Baktığında sönmüştür, görünürde külden başka bir şey yoktur. Ama bir rüzgar esse veya biri gelip üflese, o söndü sandığın korlar kıpkırmızı görünür ve için için yanmaya devam eder. Anladın mı diyorsun, anladım diyorum başımı öne eğiyorum. O anda üstümüze sıcak bir kar yağmaya başlıyor, başımızı kaldırıp bakıyoruz yağan kar değil külmüş meğer. Üstümüze lapa lapa kül yağıyor. Uzaktan bir türkü sesi geliyor. Bu yıl bu dağların karı erimez, eser bad-ı saba yel bozuk bozuk diyor. Ahşap kulübe alev almış kıpkızıl yanıyor, her yer yanıyor. Ben korkuyorum, sana bakıyorum. Korkma diyorsun koluma usulca dokunarak, korkma, rüyadayız, senin rüyanda, az sonra uyanacaksın ve her şey geride kalacak..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder