Uludağ yolunda, yeşillikler içinde kaybolmuş, küçük bir bahçesi olan müstakil bir ev alacağım kısa vadede. Konformist, ehli keyf, tembel ve dahi ayarsız bir bünyem olduğundan mütevellit, ne şehirden vazgeçebilirim, ne de doğadan haliyle. Gündüz, kentin kirli paslı yüklerinden, dertlerinden bunalan bünyemi, bahçedeki iğde ve ıhlamur ağaçlarının kokusuyla sağaltacağım. Sabah uyandığımda bahçeye çıkıp ağaçların gövdesine elimi koyup, onların kalp atışlarını dinleyeceğim. Usulca kulağıma fısıldadığı sırlarını kimseye söylemeyeceğim. Aralarına, uzun yayvan bir salıncak kuracağım. Akşam geldiğimde, o sallanan kanepeye uzanıp, gökyüzüne, elimi uzatsam tutacağım yıldızlara, dalların arasından kadim yarenim aya bakıp, onlardan utangaç hikayeler dinleyeceğim. Yağmurlu havalarda, onların gözyaşlarıyla uyanacağım sabaha, nemli nefeslerini içime çekerken ruhlarının kederine yoldaş olacağım. Dalların altına kurduğum küçük ahşap masamda, iki dilim domatesi, üç zeytini, bir parça peynire ortak eyleyeceğim. Çayımın buğusu hüznüme karışırken, ektiğim maydanozların ve yeşil soğanların neden bir türlü boy vermediğini düşüneceğim. Akşam olunca, eski bir radyo türküsüne gönlümü, serin esen dağ rüzgarına sırtımı yaslayıp, uzaktaki sevdiceğime kadeh kaldırarak enteresan hayallere dalacağım. -Kayda geçsin, başkaca bir hayali yoktur..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder