Yetip tamam olmamış mevsimsiz bir bahardı, zaman dardı. Hiç durmadan beklenen yârdı. Tepelere kar, gecelere hep yağmur yağardı. Elinde bin yıllık çalgısı vardı. Sedası hoş, yüreği hârdı. Aramızda, bizden başka kimsenin anlamadığı sessiz bir alfabe vardı. Gözümüz kör, dilimiz lâldı. Karanlık bir boşlukta kayıp parçasını arayan derbeder bir ruhtu, ruhumu buldu. Bir damla mutluluk, bir parça huzur vardı. Birden görünmez bir el uzanıp tam orta yerinden baltayı vurdu, kesti bağımızı, kopardı akışımızı. Bendini yıkıp birbirine akan ırmağımız kurudu. Yüreğimiz elimizde, kelimelerimiz cebimizde kaldı. Ortak akışın köklerinden var ettiğim imgeleri, el yordamıyla toplayıp bohçama, koyuldum kendi yoluma. Ortalık sertti, yollar pekti. Çok adımlar attım, ayak izlerim yoktu. Dökemediğim yarım kalmış cümlelerin, yetiremediğim manaların arasında silinip kayboldu yüzün. Son kez döndüm baktım ardıma, umut yoktu. Geriye bir avuç hüzün, az da gönül kırıklığı kaldı..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder