Ana içeriğe atla

Oruç


Üniversitede okurken girdiğim ceza evinde yaptığım kırk günlük açlık grevini saymazsak, üç tane oruç tuttum hayatım boyunca. İlkinde çocuktum, köydeydik, yazdı. Çok sevdiğim, dünyanın en iyi insanı bildiğim ananemin yanındaydım. Hastaydı nenem. Sabahtan akşama, evlerinin önündeki büyük bir dut ağacının altında otururdu. Çektiği o kadar acıya rağmen hiç gocunmaz, ne sorsak anlatırdı, ne sorsak bilirdi. Sürekli gülen sütbeyaz yüzüyle, kimseyi kırmadan, incitmeden sohbet ederdi. Misafirler o ağacın altında ağırlanır, gün doğumu, gün batımı sofralar, çaylar, ayranlar o ağacın altında kurulurdu. Yoldan geçen tanıdık tanımadık kim varsa zorla alınıp yedirilir, içirilir, dinlendirilir öyle yollanırdı yoluna.

Muharrem vaktiydi,  büyüklerimiz  oruç tutardı. Nenemle ağacın altında otururken dedim; Nene ben de oruç tutacağımm. O da tamam, yarın beraber tutalım dedi. Köydeydik, yazdı, günler uzundu. O çocuk halimle çok susamıştım ama tutmuştum sonuna kadar. Sonra Nenem bir kaç gün sonra dedi ki; hadi bir tane daha tutalım. Neden dedim. E yavrum dedi, bir tane tuttun oraya bıraktın, hadi bir tane daha tut da canı sıkılmasın garibin, birbirine yoldaşlık etsinler. Çok hoşuma gitmişti o laf hiç unutmam. Mantıklı geldi sonraki gün bir tane daha tuttum birinci orucuma yoldaş eyledim.

Sonra lisede tuttum bir tane de. Ramazandı, arkadaşlarımın çoğu sünniydi, oruç tutuyorlardı. Beni de biliyorlardı ve şimdiki kadar ayrım yoktu o zamanlar. Herkes olmasa da büyük çoğunluk birbirine saygılıydı. Arkadaşlara dedim, yarın bende oruç tutacağım. Hepsi gözünü büyütüp bana baktı. Ne var dedim sizin için ben de tutacağım bir tane. İnanamadılar, şaka sandılar, sonra usulünü anlattılar. Eve geldim anne baba, beni sahura kaldırın, ben yarın oruç tutacağım dedim. Onlar da önce bir şaşırdılar, sonra, tut kızım, Allah kabul etsin dediler. Gece kalktım iki yumurta kırdım, domatesle peynirle yedim sonra da niyet ettim. Sıkı sıkı tembihlemişlerdi, bak niyet etmezsen tuttuğun oruç sayılmaz, boşa gider diye. Niyetimi de ettim yattım. Arkadaşlarım çok mutlu oldular, ben de onlar mutlu oldu diye sevindim. 

Şimdi düşünüyorum da ne güzelmiş çocukluk yıllarımız. Belki kötülük dünyada, Habil’den Kabil’den başlamıştı ama biz sonradan öğrendik sanırım. Aklımız erdikçe anladık kötü insanları, zalimleri. Sonradan öğrendik, ayrımcılık, ırkçılık diye bir şey olduğunu. Sonradan öğrendik dini, mezhebi, ırkı, düşüncesi yüzünden insanların öldürüldüğünü,  kellelerinin kesildiğini, bombalandığını, katledildiğini. Aslında zulmün, iyi ile kötü savaşının hep olduğunu. Yezidin her daim başka suretlerde var olduğunu. Ölüm oruçlarını, işkenceleri baskıları ve daha neleri. Keşke hiç bilmeseydik, hiç öğrenmeseydik, hep çocuk kalsaydık, hiç büyümeseydik keşke..









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karakolda Ayna Yok

    Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...

Kendi Karanlığında Boğulmak

    Büyük travmalar yaşayıp, acılarıyla yüzleşememiş insanlar; bilinçaltının da yardımıyla kendine birer savunma mekanizması geliştirirler. Bir daha aynı noktaya dönmemek için, o yaşadıklarını bir daha yaşamamak için etrafına görünmez duvarlar örerler. Bu insanlar günlük hayatlarını maskelerle yaşarlar. Kimseye güvenmezler, içlerindeki yaraya ulaşabilecek duygusal ilişkilere girmezler. Görünüşte hayatından memnun, mutlu mesut, esprili tiplerdir genellikle. Her şeye gülüp geçerler  herkesle alay ederler, kibirli ve soğukturlar. Yaralarını onlara hatırlatan müziklerden, romanlardan, filmlerden kaçarlar. Duygulanmazlar, sevmezler, acımasızdırlar. Dışarıya gösterdikleri kabukları o kadar serttir ki, gözlerindeki keder belli olmasın diye, donuk bir ifade ile bakarlar, göz göze gelmekten kaçınırlar, sevgiyi zayıflık olarak görürler, o yüzden sevilmezler de. Kontrollü birer ruh hastasıdır her biri, soğukkanlı birer duygu katili aynı zamanda.     Yüzleşemedikleri ac...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Lise yılları, köydeyiz kayısı topluyoruz. Şimdilerde rahmetli olmuş akraba bir kadın, annemin ağzına girmiş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor bana bakarak. Çaktırmadan yaklaşıyorum merakla. Filankesin oğlu senin kıza talip oldu diyor, durumları iyi, ver kızı rahat eder diyor, ver kızı size de faydası dokunur, zenginler, varlıklılar diyor. Annem uzun uzun dinliyor, ne söyleyecek diye merak ediyorum, kulak kabartıyorum heyecanla. Birden başını kaldırıp sert, bir o kadar da net bir ses tonuyla, benim kocaya verecek kızım yok diyor, ‘’benim kızım okuyacak…’’ O an annemin boynuna atlayıp, iyi ki benim annemsin demek istiyorum ama muhabbeti duyduğum anlaşılmasın diye usul usul kayısı toplamaya devam ediyorum, yüzümde hınzır bir gülümseme. Ondan sonraki gelenlere de, annem hep aynı cümleyi kuruyor. Benim kızım okuyacak! Benim kızım okuyacak.. Okudum ben de, hep okudum. Kitap okudum, düşünmeyi öğrendim, okul okudum hayatı öğrendim, üniversite okudum, direnmeyi öğrendim, haksızlığ...