Pazar gecelerinin gerginliği, boşluğu, anlamsızlığı yok başka bir gecede. Yani böyle, hafta sonu galaksi değiştirip Andromeda da barbekü yapmışsın da, gezegene dönen son uzay otobüsünü kaçırmışsın gibi. Ulvi bir amaçla dünyanın ucuna giden trene ne cefayla bilet almışsın da, son anda sevgilin aramış iptal etmişsin gibi. Her şeyden, herkesten, dünyevi mevzulardan uzaklaşıp gökyüzünde usulca süzülürken, yanından geçen fırlama bir kuşun sana, sabah gitmen gereken işi hatırlatması gibi. Böyle güzel bir yemeği afiyetle yiyip bitirirken, son lokmada dişine taş değmesi gibi. Böyle bir avuç tuzlu ay çekirdeğini dudakların yana yana iştahla çitlerken ağzına attığın son çekirdeğin acı çıkması gibi. Böyle, gittiğin misafir evinde, sabahın köründe kalkıp kimseyi rahatsız etmemek için tavanın desenlerini irdelermiş gibi, böyle bir yetmemiş, bir tamam olmamış, bir eksik kalmış, bir boşlukta saçma saçma sallanan gece bu..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder