Küçükken köyde, dedemden kalma sırt sırta
vermiş konakların avlusunda, akşamları tandırda ekmek pişirilirdi. Kuyu gibi
oyulmuş, özenle sıvanmış toprak tandırın dibinde kıpkırmızı ateş yanar, sacın
üzerinde bir çevrimlik pişen eşkili hamur, ustalıkla ateşin önüne atılır,
kıpkırmızı ekmekler yapılırdı. Kuma yengelerim, onların gelinleri, annem, komşu
evlerin gelinleri, başı kara çıtkılı neneleri, siyah üstüne kırmızı çiçekli
şalvarlarının peyklerini sallaya sallaya o ateşin başına toplanırlardı, tıpkı
bir ayine gider gibi. Ben ise, bir köşede evcilik oynayan çocuklardan sıyrılır,
karanlık avluyu ısıtan ve ışıtan tek kızıl aydınlığın etrafında annemin yanına
sokulur, onları izlerdim.
Büyük yengem, dilini damağına vura vura, ince
beyaz tülbentiyle ağzını kapatıp yeminler ederek, uhrevi bir ses tonuyla yakası
açılmadık hikayeler anlatırdı bize. O küçük kalbimle, yüreğim ağzımda, peri
padişahının genç kıza nasıl musallat olduğunu, aşık olduğu kızı nasıl
kaçırdığını, anlının ortasına kocaman bir altın para yapıştırdığını, sevdiği
oğlanın, onu cinlerin elinden nasıl kurtardığını anlatırdı. Sonra, bir yılanın
aşık olduğu gelinin uyurken içine nasıl sızdığını, gelinin günden güne betinin
benzinin solduğunu, kocasının anlam veremediğini, köyün bilge kadınının olayı
anlayıp bir kazan dolusu süt kaynatıp, kızı baş aşağı iple kazana nasıl
sarkıttığını, süte zaafı olan yılanın, aşık olduğu gelini bırakıp süte usul
usul akışını, kaynar süt kazanına düşerek ruhunu teslim edişini, gelinin
kurtuluşunu, gözlerimi fal taşı gibi açarak dinlerdim.
Bakışlarım istemsizce, kara sacın altında sert çıtırtılarla yanan alevlere takılır, bir odun atımında harlanan ateşin, avlunun
duvarında yarattığı gölgeler alemine dalardım ürpererek. Göz kapaklarım
ağırlaşıp nenelerin kıvrışık yüzleri kıpkızıl uzamaya başladığında, tam da o
anda bilinmez bir masal diyarına geri dönülmez bir geçiş yapacakken, annem birden
elini şevkatle uzatarak başımı alıp dizine bastırıp elimi tutardı. İşte o an
kaybolurdu cinler, periler, yılanlar, gölgeler, karanlıklar ve kötülükler. İşte
o zaman, küçücük ellerim annemin avuçlarının içinde, başım güvenli dizlerinde,
masalsı ve derin bir uykuya dalardım taze ekmek kokuları arasında. Durduk
yerde nereden geldi aklıma bilmem ama şu anda da tek isteğim, o güvenli, o
masalsı, o derin uykunun dizine yatmaktır. Kayda geçsin, başkaca isteği yoktur.
Yorumlar
Yorum Gönder