Ana içeriğe atla

Uzay

Uzay deyince aklıma geldi. Yakın geçmişte yine böyle insanlardan tiskinmişim, herkesten sıtkım sıyrılmış, kendimi eve kapamışım, bir gün değil beş gün değil tam iki yıl, iş harici dışarıya bile çıkmıyorum. Tabii, evde can sıkıntısından sürekli okuyorum, filmleri, bilim kurgu dizilerini, onların yorumları, teorilerini izliyorum, araştırıyorum. Antik Mısırdan, Osiris rahiplerinden, Mu kıtasına, Atlantise, oradan Gılgamış destanına hoop atla Mayalara, ordan Kabalaya, az ötede Tesla, Einstein deneyleri, 51. Bölge, uzaylı istasyonları, Tanrıların Arabaları, Nebukadnezar'dan Babil'e, Sümerler'e ordan Zerdüştlere, Ahura Mazda, Meleki Tavus ne bulursam deli gibi okuyorum, izliyorum. Ezoterik teoriler, anlamlar, manalar, harfler, sayılar, piramitler üzerine kafa yoruyorum. Hepsinin birbirine bağlantılı olduğuna inanıp dinlerle bilimi buluşturarak yeni açılımlar yaratıyorum. Kara deliklerle paralel evrenleri sonra süper novaları, solucan deliklerini araştırmalarımın başına koyuyorum. Sonuç olarak uzaylıların gezegenimizi ziyaret ettiğine kanaat getirip sabırla onları beklemeye koyuluyorum.
Bir akşam yine bir kaç kadeh şarap eşliğinde yoğun geçen okumalarım üzerine, tabii ser gizemlerle mi şarapla mı bilinmez az da olsa hoş olmuş halde yatağıma gidiyorum. Tam uykuya dalacağım, dışarıdan garip metalik gürültülü sesler gelmeye başlıyor. Pencereme, sarı turuncu yanar döner ışıklar yansıyor. Aman tanrım işte geldiler, beni almaya geldiler sonunda diye heyecanlanıyorum. Dışarıdaki gürültüler artarken, birden ufak çaplı bir panik ve çelişki yaşıyorum. Ama ben henüz hazır değilim ki gitmeye. Belki de doğru bir zaman değil bu diye söylenerek, dizlerimde hafif bir titreme ile pencereye yaklaşıyorum. Nefesimi tutup ziyaretçilerimle ilk temas anıma kendimi hazırlamışken, işte tam da o anda, üzerinde Bursa Büyükşehir Belediyesi yazan çöp arabası kılığına girmiş uzay gemisini fark ediyorum. Hayal kırıklığı ve ince bir sevinç arasında kahkaha atarak, perdeyi kapatıp, la bi yörü git yat girizikalı diye kızıp kendimi yatağa ışınlayarak, bir daha hiçbir şeye bu kadar yoğunlaşmamak adına kendi benimle sözleşme imzalıyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karakolda Ayna Yok

    Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...

Kendi Karanlığında Boğulmak

    Büyük travmalar yaşayıp, acılarıyla yüzleşememiş insanlar; bilinçaltının da yardımıyla kendine birer savunma mekanizması geliştirirler. Bir daha aynı noktaya dönmemek için, o yaşadıklarını bir daha yaşamamak için etrafına görünmez duvarlar örerler. Bu insanlar günlük hayatlarını maskelerle yaşarlar. Kimseye güvenmezler, içlerindeki yaraya ulaşabilecek duygusal ilişkilere girmezler. Görünüşte hayatından memnun, mutlu mesut, esprili tiplerdir genellikle. Her şeye gülüp geçerler  herkesle alay ederler, kibirli ve soğukturlar. Yaralarını onlara hatırlatan müziklerden, romanlardan, filmlerden kaçarlar. Duygulanmazlar, sevmezler, acımasızdırlar. Dışarıya gösterdikleri kabukları o kadar serttir ki, gözlerindeki keder belli olmasın diye, donuk bir ifade ile bakarlar, göz göze gelmekten kaçınırlar, sevgiyi zayıflık olarak görürler, o yüzden sevilmezler de. Kontrollü birer ruh hastasıdır her biri, soğukkanlı birer duygu katili aynı zamanda.     Yüzleşemedikleri ac...

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Lise yılları, köydeyiz kayısı topluyoruz. Şimdilerde rahmetli olmuş akraba bir kadın, annemin ağzına girmiş hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor bana bakarak. Çaktırmadan yaklaşıyorum merakla. Filankesin oğlu senin kıza talip oldu diyor, durumları iyi, ver kızı rahat eder diyor, ver kızı size de faydası dokunur, zenginler, varlıklılar diyor. Annem uzun uzun dinliyor, ne söyleyecek diye merak ediyorum, kulak kabartıyorum heyecanla. Birden başını kaldırıp sert, bir o kadar da net bir ses tonuyla, benim kocaya verecek kızım yok diyor, ‘’benim kızım okuyacak…’’ O an annemin boynuna atlayıp, iyi ki benim annemsin demek istiyorum ama muhabbeti duyduğum anlaşılmasın diye usul usul kayısı toplamaya devam ediyorum, yüzümde hınzır bir gülümseme. Ondan sonraki gelenlere de, annem hep aynı cümleyi kuruyor. Benim kızım okuyacak! Benim kızım okuyacak.. Okudum ben de, hep okudum. Kitap okudum, düşünmeyi öğrendim, okul okudum hayatı öğrendim, üniversite okudum, direnmeyi öğrendim, haksızlığ...