Bu işlerin ucundan azıcık tutan biri bilir ki bu kadar duygu yoğunluğu yaşayan bir çiftin ayrılığı öyle kolay olmaz. Öyle bitirelim demekle, olması gerektiği gibi, öyle düz öyle soğuk olmaz ayrılıkları. Verdiğin doğru kararın etkisiyle birkaç gün kendini iyi hissedersin. Olması gerekeni yapmış, sorunu çözmüşsündür. Hem ne var bunda dünyanın ilk ayrılan çifti değiliz ya, hayat devam ediyor sözleri birkaç gün çok anlamlı gelmeye başlar. İlk günler kalabalıklara girersin, uzun zamandır ihmal ettiğin dostlarınla buluşursun, dinlediğin müzikleri değiştirip bin türlü aktivitelere katılıp dikkatini yoğunlaştıracağın her türlü eylemden uzak durursun. Bak ne güzeldir her şey, iyi ki bitirmişsindir. Oh be neydi zaten öyle geleceği olmayan ilişkiler, yaşandı bitti işte, kimseyi üzmeden severek ayrıldık, tadı kaldı damağımızda diye düşünürsün. Ta ki yalnız kaldığın bir an o yakıcı özlem gelip yüreğinin tam üstüne oturana kadar. Öyle ağırdır ki nefesini daraltır. Bir kere görsem, bir kere sarılsam, bir kerecik sesini duysam diye geçirirsin içinden. Öyle derin, yakıcı, kavurucu bir duygudur ki aklını ele geçirir bir süre sonra. Elin telefona gider, aramak ister arayamazsın. Bir yandan da; ne çabuk unuttu beni, o nasıl dayanıyor acaba diye düşünürsün. Özlemin ağırlığı arttıkça düşüncelerin değişir. Bir kere görsem ne olur ki bir kere yüzüne baksam kime ne zararı var ki. İşte özlemin o en dayanılmaz acı lezzetinin akabinde birden telefonun ışığı yanar, kalbin deli gibi çarpar –seni çok özledim, yapamıyorum...
Geldi İbrahim ‘’kapıdan bir yüzünü göreyim’’le kalmayacağını bile bile geldi. Bendini yıkmış, birbirine doğru tüm ihtişamıyla akan iki deli ırmağın önünde hangi güç durabilir ki. Yıllarca yerin altında kaynayan, bulduğu ilk yarıktan patlayan, önüne geleni yakıp kavuran bir volkanı söndürmeye kimin kudreti yetebilir ki. Her buluşmalarında birbirine doyduktan sonra aynı sözler veriliyor, iki gün geçmeden dayanamayıp yeniden buluşuyorlardı. Birbirinden uzaklaşıp sakinleşeceklerine her görüşmelerinde daha fazla yakınlaşıp daha fazla bağlanıyorlardı. –sensiz dünyanın tadı yok diyordu İbrahim, yediğim yemek içtiğim su haram bana. Sonra kucağına alıp usul usul, mutlu sonla biten masallar anlatıyordu sevdiğine. Aslında hiçbir şeyin çözülmediğini biliyorlar, aralarındaki sorunu hiç konuşmuyorlar, açmıyorlardı. –gittiği yere kadar diyordu Derya da. Bu dünyada kaç kişi onların hissettiklerini hissedip yaşıyordu ki, böyle bir sevdayı aşkı tutkuyu kaç kişi yakalayabilirdi ki. İnsanların çoğu bu duyguların binde birini yaşamadan ölüp gidiyorlardı. Onlar şanslıydı, her şeye rağmen birbirini ölümüne seven iki aşıktı. Mutluluk onların da hakkı değil miydi…
Yorumlar
Yorum Gönder