Küçükken, yazları köye gittiğimizde en büyük
zevkim gece damda yatmaktı. O bahçe senin bu bayır benim, böğürtlen, yemlik,
çiğdem, kenger sakızı toplamaktan yorgun düşmüş halde eve döner, akşam yemeğini
yedikten sonra heyecanla yatma vaktini beklerdim. Vakit tamam olunca, toprak
dama çıkan merdivenleri aceleyle tırmanır, yan yana serilmiş kalın döşeklerden
birine atardım kendimi. Ağır yün yorganı boğazıma kadar çeker, yıldızlara
bakardım. Gökyüzü ne kadar büyük, ne kadar genişti o zamanlar. Yıldızlar
kocaman ve ne kadar çoktular. Elini uzatsan tutacakmışsın gibi yakındılar. O ayın
gölgesinde o yıldızların koynunda derin bir uykuya dalardım sonra.
Sabaha karşı, gün doğmadan uyanırdım şimdi
olduğu gibi. Alaca karanlıkta öten bir baykuşun, bir pepuk kuşunun acıklı sesini
dinlerken, tan vaktinin keskin ayazı tenimi okşardı, ürperirdim. Kendimi bir
masalın içine çekiliyormuş gibi hissederdim. Karşı bahçemizdeki uzun kavakların
rüzgarda usulca salınışlarını ejderhalara benzetir, kayısı ağaçlarının
yapraklarından gelen hışırtıya kulağımı yatırır, çocuk korkusuyla gözlerimi
sımsıkı kapatırdım. İşte o vakit, o saatte öyle bir uykuya dalardım ki ömrüm
boyunca hep o uykunun tadını aradım. Bilfiil uykusuz bir bünye olarak, şu an da
özlediğim tek şey; o yıldızların altında, o tatlı, huzurlu, serin ve derin
uykunun dizine yatmaktır. Kayda geçsin, başkaca bir isteği yoktur.
Yorumlar
Yorum Gönder