Tatil ne acayip bişi ya. Çalışmaktan, insanlarla uğraşmaktan bunalıp atıyorsun kendini kızgın şehirlerden dingin koylara. Tam serin sularla ruhunu hemhal edip enteresan hayallere dalacaksın, yine gidip takılıyor gözün uzlaşmaz çelişkilere. Etrafına bakıyorsun, sırf tatil yapmış olmak için tatile gelmiş milyonlar. Herkesin elinde bir akıllı telefon, andaki hoşluğu yaşayıp hissetmek yerine like, fav hesabı yapan insanlar. Kimse kimseye gülümsemiyor artık halk plajlarında bile. Azcık parası olanlar ünlü beachlerde iki lahmacun bir ayrana yüz lirayı, değerli mabadını rahat ettirdiği minderli localara ödediği parayla çarpıp az ötedeki halk plajından yayılan varoşların çözdüğü çıkından yayılan börek ve taze soğan kokusundan tiksinip haline şükür ediyor tüm elitizmi ile. Kimi, bize her yer Bodrum diye cennet gibi koyların keyfini çıkartırken, kimi Nusr-et’in hunharca tokatlayıp yumuşattığı etlerin kokusunu içine çekip ufak bir servet bırakıyor mutluluğun engebeli yollarında. Kimi, marinanın şık ve fakirler giremez yatların, kotraların güvertesinde buzlu viskisini yudumlarken, kimi de sosyete pazarından aldığı şık mini çiçekli elbisesi ile selfie yapıyor kotra manzarasına karşı. Velhasıl bu sefer de bayrama teğellenmiş, tamam olmamış bir tatilde herkes kendi meşrebince, kendi halince hayallerini kurban ediyor desinlere…
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder