Yaşlanıyorum ben herhal. Derdini derinine gömüp suratına bir gülücük kondurup demlenmiş bir huzurla gelen insanlar arzuluyorum artık. Balkonumda teneke kutularda yeşeren fesleğenlerin başını okşayıp kokusunu içime çekmek istiyorum. Efil efil esen yaz yelinin getirdiği yaprak hışırtısına ruhumu yatırmak istiyorum. Yormayan mevzular, atraksiyonsuz romanlar, dingin müzikler, beyin yakmayan filmler istiyorum artık. Aynı böyle işte usul usul yaşlanıyorum ben..
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder