Üşüyorum birden, yorganın altına giriyorum, tir tir titriyorum, ne etsem de bir türlü ısınamıyorum. Yün yorganla hemhal olup az biraz ısınınca uykuya dalıyorum. Bir sürü rüya kabus arasında iki arkadaşımı görüyorum. Yüzleri sürekli dönüp değişip dönüşüyor başka insanlara. Nasıl oluyor bu diyorum. Biz üç yüzlü insanlarız diyor bir dostumun sureti. Sen hangisini çok özlediysen biz onu sana gösteririz diyor öteki. Bir sürü suret gelip geçiyor yüzlerinden, içim derin bir özlemle sarsılıyor uyanıyorum, terlemişim. Rüya ile gerçek arasında bir yerlerde takılıp kalmış bünyem ateşini sağaltmış rahatlamışım bir parça. Böyle böyle sıyırıyor insan diyorum kendi kendime. Üç yüzlü insan nedir, kim kodlamış bu bilgiyi bilinçaltıma, hiç anlam veremiyorum...
Doksanlı yılların ortaları. Daha yaşanabilir bir dünya hayaliyle, kelle koltukta mücadele edip, fırtına gibi estiğimiz zamanlar. Bunun sonucu olarak bilfiil tutuklanma, gözaltı, takip, polisten, jandarmadan kaçış, faşistlerle kavga dövüşten bunalmışım, bir parça nefes almak adına kalkmışım Malatya’ya ailemin yanına gelmişim. Bir yanı şehrin modern caddelerini arşınlarken, öte yanı toprağa göbekten bağlı, yarı feodal ailemin o aralar en büyük sorunu olan tarla bahçe işleri ile ilgileneyim dedim. Köydeki tarlalarla ilgili bir devlet teşviği mi ne varmış, herkese vermişler, bizimkilere vermemişler. Nasıl vermezlermiş ya, hadi kalk gidelim de neden vermiyorlarmış bir öğrenelim diye artislik yapıp, aldım annemi kalktık gittik Akçadağ’a. Bilumum resmi kurumun küflü odalarında canından bezmiş, salla başı al maaşı tadındaki memurlarından, bugün git yarın gel cevabına aldırış etmeden gezdik dolaştık, en son nüfus müdürlüğüne vardık bir evrak almak için. Adam dedi, bu evrağı ...
Yorumlar
Yorum Gönder