Düşünüyorum da neden duygularımızı, düşüncelerimizi, sevgimizi, nefretimizi, kinimizi tüm hissettiklerimizi bütün samimiyetimizle ‘yekten’ değil de kırk atraksiyonla kırk ayak oyunuyla sunarız karşımızdakine. Neden korkarız, nedir bizi bu oyunlara gark ettiren temel öğreti. Kim öğretmiş bu insanlara, acı çekmekten, kırılmaktan, yanlış anlaşılmaktan korkma refleksini. Kim kodlamış bünyemize bu ayarları. Bilmiyorum nedir insanları bu hale getiren gelenek. Üzücü ve acınası. Kork mayın ya yüzleşin gerçeklerinizle. Sevin acılarınızı, zayıf yönlerinizi. Onlar sizin. Onlar sizin iç yüzünüz ve onlar sizin geçmişiniz, değerleriniz, sizi siz yapan bilinçaltınız. Onları sevin, onlar sizsiniz, onlar ne kadar öteleseniz de kendinizin. Onlar sizin üvey evlatlarınız. Her red ettiğinizde paçalarınıza sarılıp ağlayanınız, yardım isteyeniniz, şevkat bekleyeniniz. Onları sevin, onların zindanlarının kilidini açın. Serbest bırakın onları. Oturup konuşun uzlaşın barışın, onları sevin ki bu dibi d...
Bazen reel dünyada o kadar kırılır o kadar acı çekersin ki daha fazla tahrip olmamak adına bilinçaltının da yardımıyla zamanla gerçeklikten kopar bir hayal dünyasında, sanal ve yalan bir ‘mutlulukta’ açarsın gözlerini. Başlangıçta her şey çok güzeldir, güllük gülistanlıktır. Olumlu ve güzel şeyleri haddinden fazla büyütürken, olumsuzlukları, zararlı olanları görmezden gelir hasır altı edersin. Oh be ne huzurdur bu, hayat sana güzeldir. Yüreğini bedliklere karşı öyle nasırlaşt ırmışsındır ki aldığın kılıç darbeleri basit birer çiziktir ve canını acıtmaz olmuştur. Her şeye gülüp geçiyorsundur, çok mutlusundur. Ama işte dünya hiç öyle değildir. Gezegen güneşin etrafında tur atmaya devam ediyordur hala. Aslında hiçbir şey değişmemiştir. Değişen sadece senin bakış açın olmuştur. Bir süre sonra aldığın kılıç darbelerinin ince çiziklerinden kan damlamaya başlar ve çizikler yavaşça büyüyerek derin yarıklara dönüşmektedir. Ama sen hala, sanal dünyadan aldığın hazları, bir mendil gib...