Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

baharın en güzel tarafı

baharın en güzel tarafı nedir biliyor musunuz.. baharın en güzel tarafı, ne muhteşem manzaralarının hoşluğu ne de gönül yaylarımızın gevşemesinin boşluğudur.. baharın en güzel tarafı; aylar boyu içimizde besleyip, özenle büyüttüğümüz ve en ufak bir başkaldırıda zindanlara hapsedip kilit vurduğumuz en karmaşık kodlarla şifrelediğimiz güzelliklerin kilidinin, bir gün ışığına, bir ılık havaya tav olup kendiliğinden çözülmesidir.. baharın en güzel tarafı; ruhumuzun üstündeki buz kalıplarının erimesidir.. tüm şifreli zindanların kapısının aralanıp duyguların azad edilişidir.. baharın en güzel tarafı ''oh be bu kışı da atlattık, çok şükür yaşıyoruz'' duygusunun hissedilmesidir.. baharın en güzel tarafı; evrenle olan uyumumuzun, yıldızlara göbekten bağlı oluşumuzun kanıtıdır.. velhasıl ilkbahar candır, kandır, hayattır.. taze bir nefestir bünyeye..

ahmed arif

o zamansız zamanlarda, o telaşlı mekanlarda.. hasretinden prangalar eskittim çalıyor eski bir teypde şimdi.. ben, kırık dökük öğrenci evi kanepesine uzanmışım, üzerimde yoldaşlarla yurttan arakladığımız, üzerinde yurt-kur yazan koyu kahverengi battaniye.. inşaat tuğlasına monte ettiğimiz elektrik tellerinin kızıl ışığı vuruyor yüzüme.. elimde sol yayınlarından bir kitap -sol komünizm bir çocukluk hastalığı- okuyor muyum, şiiri mi dinliyorum bilmem kaçıncı kez bilinmez.. alıp götürdüğü büyülü, masalsı diyarlardan, sisli puslu dağlardan adiloş bebenin ninnisine kulağımı yatırıyorum belki.. görüşmecim yeşil soğan gönderiyor sonra.. karanfil kokuyor cıgaram.. dayan kitab ile umut ile sevda ile düş ile diyorum kendi kendime, dayan rüsva etme beni.. oy sevmişem ben seni.. derin ve soluksuz uykulara dalıyorum sonra ve hala seni dinlediğimde huzurlu uykuların koynuna varıyorum.. velhasıl nakış nakış işlediğin hayatımın her dönemine iyi ki girmişsin ahmed arif.. iyi ki doğmuşsun, iyi ki geçmiş...

iğde çiçekleri

gündemin kara yüzü o kadar çirkin ki.. iğde çiçeklerinin kokusunu içimize sindiremedik.. baharın tazeleyen mahmurluğunu bünyemizde biriktiremedik.. tatlı sert esen rüzgarı kederli tenimizde hissedemedik.. ezilirken insanlar baskılar altında, aşkın adını bile anmaya utanır olduk.. ama herşeye rağmen umut tohumları ektik yüreğimize, bahar yağmurlarıyla sürgün sürer de bir dal yeşerir belki..

geçmişe özlem

bilfiil geçmişi özlüyorum.. yakın gelecekte de bu günleri özleyeceğim biliyorum.. yakın gelecekteki halimi, uzak gelecekte özleyeceğim onu da biliyorum.. velhasıl ömrüm hep ardımda bıraktıklarımı özlemekle geçiyor..

bahara cesaret

her gördüğümde içimi ısıtan, umutlandıran nadir fotoğraflardan.. balkanların kuzeyinde yaşayan halkların eski bir ritüeli imiş.. ne mi yapıyorlar.. ağacı bahara cesaretlendiriyorlar.. bu rengarenk kadınlar emek kokan elleriyle sevgi dolu yürekleriyle ağacı bahara cesaretlendiriyorlar.. onu bahara hazırlıyorlar o güzel enerjileriyle.. çünkü biliyorlar ki bu kara kuru dallı ağacın içinde uyuyan muhteşem bir yaşam enerjisi var.. biliyorlar ki o kara kış bittiğinde kötü günler sona erdiğinde, güneş açtığında o kuru dallar, aldıkları sevgi dolu enerjinin karşılığında, çiçekler meyveler hediyeler sunacak kendilerine.. biliyorlar ki o ağaçlar olmadan kendileri de olmayacak.. insanın doğayla uyumu tam da bu işte.. ne kadar güzel değil mi.. bizim ülkemize de gelseler ya.. üzerimizde çamurlaşan, yapışan ölü toprağını atıp.. içimizde, derinlerimizde.. susturulan, sindirilen, uyutulan güzelliklerimizi, cesaretimizi, duruşumuzu, isyanımızı ve dahi yaşam enerjimizi açığa çıkarsalar.. ...

hafızamdaki fotoğraflar

zihnimin bir yerlerine en güzel anılarımı resmedip, hafızamın en kıymetli albümüne kaydettiğim yaşanmışlıklarım vardır benim.. bazı zaman durup dururken bir tanesini gelir gözbebeklerime oturur öylece.. seyrederim hayranlıkla, aynı anı bir kez daha yaşamanın tarifsiz huzuru, tadı kaplar bünyemi, hoş olurum.. ince bir özlemle yad eder, özenle saklar, incelikle biriktiririm hepsini.. bir ressam olsaydım keşke çizseydim, boyasaydım o anları diyorum bazen.. işte şimdi de; yerin ve zamanın önemsiz olduğu yıllarımın hülyalı, yürek çarpıntılı çağlarında, bir akşam üstünde.. güneşin dağların arkasına yol aldığı vakitlerde.. günü ardına alıp tozu dumana katarak gelen bir atlıya bakıyorum uzaklardan.. önce atının az sonra kanatlanıp uçacakmış gibi havalanan ayaklarını görüyorum.. kızıla çalan dorunun üzerinde, gömleğinin düğmelerini iliklerinden ayırmış, bağrını akşam yelinin serinliğine dayamış, beyaz gömleğini bir şovalye gibi ardından savururken, bir bulutlara bir omuzlarına değen dalgalı si...

nereden nereye

küçükken, pazar sabahları uçan kaz morton, clementine izlememiş gibi.. pazar konserindeki klasik müzik senfonisinin bitmesini bir derviş edasıyla bekleyip.. pazar sinemasında ahan kükreyen aslan var kesin güzeldir diye ard arda kovboy filmleri izlememiş gibi.. bir kutsal anadolu ritüeli olarak büyükten küçüğe, odun sobalı, yeşil kalıp sabun kokulu banyo sırasını beklememiş gibi.. akşam olunca parliament gece kulübü mavisini görebilmek için ebeveynlerimizle pazarlık etmemiş gibi.. iri laleli, dallı güllü perdeli, gırgırlı, aynı model el dokuma yuvarlak paspaslı, is kokulu evlerimizde sarı saman defterlerimize gizli gizli sevdiceğimizin adını kazımamış gibi en afili mekanlarda selfie veriyoruz.. ne ara bu kadar cool olduk lan biz..