Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Temmuz, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yunanistan

Biz küçükken mahallede, köyde biri öldüğünde en azından üç gün yas tutulurdu. Ölenin kim olduğu, dini, dili, ırkı, kimliği, tanıdık tanımadık olması önemli değildi. Annem televizyon açmamıza kızardı. Açsak bile kısık sesle açılır, neşeli müzikler dinlememiz yasaklanırdı. Eminim tüm Anadolu insanı da bu kültürle büyümüştür. Hatta bırak Anadolu’yu, tarihsel olarak bütün dinlerde, kitaplarda, kültürlerde, ölüye, korkuyla karışık bir saygı vardır. Daha önce de böyle miydiniz bilm iyorum ama ben ilk Van depreminde şahit oldum kanım donarak bu halinize. Sonra artarak devam etti. İstisnasız her ölende, katliamda, birileriniz çıkıp ağzından salyalar saçarak höykürüyor, sevinç çığlıkları atıyorsunuz. Parçalanmış, yanmış cesetlere, ölü çocuklara vahşi bir iştahla seviniyor ve bunu normalmiş gibi orada burada yazıp, kendiniz gibileriyle daha da katmerliyorsunuz. İnsanların acılarını dahi yaşamalarına izin vermiyorsunuz. Kanayan yaralarına bir bıçak da siz sokuyorsunuz, kalan ciğerini bir de si...

Zaman

Dilsiz, kör bir çocuğun sapanıyla yaralanan serçenin kırılmış kanadına takılıp sürükleniyordu zaman...

Bir Başka Mecraya Akma Vaktidir

atarsın içine, için dolar dolar da, bunalırsa için almaz olur taşar da yüreğin sıkılırsa bir derin bakışa, bir çalıntı akışa aldanıp yasadışı heveslere meyleden gönlünden bıkılırsa deli deli çağlayan ırmağına bend vurulur da hayallerin yıkılırsa sağır sessizliğin puslu kederi, çaresiz haykırışını boğar da boğazın düğümlenirse bir köz olur yanar, yakar kalbin kavrulur da, ruhun incinirse bir sevdayı daha gömüp yüreğinin kimsesizler mezarlığına yarım bırakılmışlıklarını, yaşanmamışlıklarını toplayıp gönlünün yamalı bohçasına gözyaşlarını gözünde, hüzünlerini özünde biriktirip, usul usul yol alma vaktidir incelikli adımlarla, bir başka mecraya akma vaktidir.

Uzay

Uzay deyince aklıma geldi. Yakın geçmişte yine böyle insanlardan tiskinmişim, herkesten sıtkım sıyrılmış, kendimi eve kapamışım, bir gün değil beş gün değil tam iki yıl, iş harici dışarıya bile çıkmıyorum. Tabii, evde can sıkıntısından sürekli okuyorum, filmleri, bilim kurgu dizilerini, onların yorumları, teorilerini izliyorum, araştırıyorum. Antik Mısırdan, Osiris rahiplerinden, Mu kıtasına, Atlantise, oradan Gılgamış destanına hoop atla Mayalara, ordan Kabalaya, az ötede T esla, Einstein deneyleri, 51. Bölge, uzaylı istasyonları, Tanrıların Arabaları, Nebukadnezar'dan Babil'e, Sümerler'e ordan Zerdüştlere, Ahura Mazda, Meleki Tavus ne bulursam deli gibi okuyorum, izliyorum. Ezoterik teoriler, anlamlar, manalar, harfler, sayılar, piramitler üzerine kafa yoruyorum. Hepsinin birbirine bağlantılı olduğuna inanıp dinlerle bilimi buluşturarak yeni açılımlar yaratıyorum. Kara deliklerle paralel evrenleri sonra süper novaları, solucan deliklerini araştırmalarımın başına koyuyoru...

Kötülük

Lilith anam Adem’e kızmış, gitmiş Şeytanla iş tutmuş günahı boynuna. Dölleri soylanmış, soyları boylanmış, damar damar sürgün sürmüş dalları. Geçmişten geleceğe ektiği tohumlar usul usul yeşermiş, vücut bulmuş mahlukatta. Kötülük dünyada tecelli etmiş. Tanrının üflediği ruha şer karışmış, beşerin mayasına kan değmiş. İşte o gün bugündür iflah olamamış insan soyu…

Zaman

Islak bir köpek ölüsünün dokunaklı gözlerine hapsolmuş bir kedinin ayak izleri gibi ağır ağır silinip kayboluyor zaman...

Bir Masalsı Uyku Arayışı

Küçükken köyde, dedemden kalma sırt sırta vermiş konakların avlusunda, akşamları tandırda ekmek pişirilirdi. Kuyu gibi oyulmuş, özenle sıvanmış toprak tandırın dibinde kıpkırmızı ateş yanar, sacın üzerinde bir çevrimlik pişen eşkili hamur, ustalıkla ateşin önüne atılır, kıpkırmızı ekmekler yapılırdı. Kuma yengelerim, onların gelinleri, annem, komşu evlerin gelinleri, başı kara çıtkılı neneleri, siyah üstüne kırmızı çiçekli şalvarlarının peyklerini sallaya sallaya o ateşin başına toplanırlardı, tıpkı bir ayine gider gibi. Ben ise, bir köşede evcilik oynayan çocuklardan sıyrılır, karanlık avluyu ısıtan ve ışıtan tek kızıl aydınlığın etrafında annemin yanına sokulur, onları izlerdim. Büyük yengem, dilini damağına vura vura, ince beyaz tülbentiyle ağzını kapatıp yeminler ederek, uhrevi bir ses tonuyla yakası açılmadık hikayeler anlatırdı bize. O küçük kalbimle, yüreğim ağzımda, peri padişahının genç kıza nasıl musallat olduğunu, aşık olduğu kızı nasıl kaçırdığını, anlının ortasına koc...

Zaman

Kırık bir kum saatinden yerlere saçılıp dağılmış tozların belirsiz inceliğinde durup da akmıyor zaman...