Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Uzlaşma

Düşünüyorum da neden duygularımızı, düşüncelerimizi, sevgimizi, nefretimizi, kinimizi tüm hissettiklerimizi bütün samimiyetimizle ‘yekten’ değil de kırk atraksiyonla kırk ayak oyunuyla sunarız karşımızdakine. Neden korkarız, nedir bizi bu oyunlara gark ettiren temel öğreti. Kim öğretmiş bu insanlara, acı çekmekten, kırılmaktan, yanlış anlaşılmaktan korkma refleksini. Kim kodlamış bünyemize bu ayarları. Bilmiyorum nedir insanları bu hale getiren gelenek. Üzücü ve acınası. Kork mayın ya yüzleşin gerçeklerinizle. Sevin acılarınızı, zayıf yönlerinizi. Onlar sizin. Onlar sizin iç yüzünüz ve onlar sizin geçmişiniz, değerleriniz, sizi siz yapan bilinçaltınız. Onları sevin, onlar sizsiniz, onlar ne kadar öteleseniz de kendinizin. Onlar sizin üvey evlatlarınız. Her red ettiğinizde paçalarınıza sarılıp ağlayanınız, yardım isteyeniniz, şevkat bekleyeniniz. Onları sevin, onların zindanlarının kilidini açın. Serbest bırakın onları. Oturup konuşun uzlaşın barışın, onları sevin ki bu dibi d...

Karmaşa

Bazen reel dünyada o kadar kırılır o kadar acı çekersin ki daha fazla tahrip olmamak adına bilinçaltının da yardımıyla zamanla gerçeklikten kopar bir hayal dünyasında, sanal ve yalan bir ‘mutlulukta’ açarsın gözlerini. Başlangıçta her şey çok güzeldir, güllük gülistanlıktır. Olumlu ve güzel şeyleri haddinden fazla büyütürken, olumsuzlukları, zararlı olanları görmezden gelir hasır altı edersin. Oh be ne huzurdur bu, hayat sana güzeldir. Yüreğini bedliklere karşı öyle nasırlaşt ırmışsındır ki aldığın kılıç darbeleri basit birer çiziktir ve canını acıtmaz olmuştur. Her şeye gülüp geçiyorsundur, çok mutlusundur. Ama işte dünya hiç öyle değildir. Gezegen güneşin etrafında tur atmaya devam ediyordur hala. Aslında hiçbir şey değişmemiştir. Değişen sadece senin bakış açın olmuştur. Bir süre sonra aldığın kılıç darbelerinin ince çiziklerinden kan damlamaya başlar ve çizikler yavaşça büyüyerek derin yarıklara dönüşmektedir. Ama sen hala, sanal dünyadan aldığın hazları, bir mendil gib...

Ruhi Su

Orta sondayım sanırım seksenli yıllar. Eve bir teyp alınmış çift kasetçalarlı. Abim şehirden üç tane kaset getiriyor. Her gün dinliyoruz işimizin adı ney. Biri Ruhi Su öteki Selda Bağcan beriki de Ferhat Tunç. Sözleri garip müzikleri bir tuhaf ama dinleye dinleye alışıyorsun bir süre sonra. Arkadaşlarımın dinlediği müziklere hiç benzemiyor. Kimi Cengizci kimi Ferdi hayranı kimi Müslümcü, Orhancı. Az asortik kızlar, Nilüfer ve Sezen dinliyor. Bir onlara bakıyorum bir de bizim  evde çalanlara anlamsız geliyor onlarınki bana. Ruhi diyor sabahın bir sahibi var, sorarlar bir gün sorarlar, öteki diyor şehirde ojeli parmakları yazma, köyde nasır tutmuş elleri yaz gazeteci yaz, diğeri alıyor sazı, işkencede günlerce özgürlük mahkumları diyor. Diyorum bunlar ne diyor ne anlatıyor. Sonra duyuyorum özgün müzikmiş adı. Özgün müzik bu, bir havası var yani o zamanlar. Sonra işte Ahmet Kaya giriyor hayatımıza. Sonra mı sonrası da işte bildiğiniz gibi. Velhasıl hesabım yanlış değilse eğer ben Ruh...

Huzursuz

yani diyorum ki; uykularım huzursuz düşlerim kabus benim ağzımın tadı yok yüreğim incinmiş benim ruhum tekinsiz dilim anlaşılmaz benim...

Kabus

Üşüyorum birden, yorganın altına giriyorum, tir tir titriyorum, ne etsem de bir türlü ısınamıyorum. Yün yorganla hemhal olup az biraz ısınınca uykuya dalıyorum. Bir sürü rüya kabus arasında iki arkadaşımı görüyorum. Yüzleri sürekli dönüp değişip dönüşüyor başka insanlara. Nasıl oluyor bu diyorum. Biz üç yüzlü insanlarız diyor bir dostumun sureti. Sen hangisini çok özlediysen biz onu sana gösteririz diyor öteki. Bir sürü suret gelip geçiyor yüzlerinden, içim derin bir özlemle sarsılıyor uyanıyorum, terlemişim. Rüya ile gerçek arasında bir yerlerde takılıp kalmış bünyem ateşini sağaltmış rahatlamışım bir parça. Böyle böyle sıyırıyor insan diyorum kendi kendime. Üç yüzlü insan nedir, kim kodlamış bu bilgiyi bilinçaltıma, hiç anlam veremiyorum...

Aşk

Her aşk bünyesinde bir dostluk, her dostluk bünyesinde bir aşk barındırır. Aşk tadında dostluklarınız, dostluk tadında aşklarınız olsun diye bir tesbit ve temennide bulunmak ister bu marjinal gönül, yanlış anlaşılmaktan imtina ederek...

17 eylül 2016/ malatya/ yol günlükleri

bir karanlık, bir aydınlık bir dirsek temaşası bir yol karmaşası savrulmuş yüreklerin birbirine çarpışı kaderlerin birleşmesi kederlerin tenden tene akışı bir karanlık bir aydınlık yüzüme vuran ay ışığı bir sıcaklık özleyişi bir can karmaşası bir karanlık bir aydınlık kalbimin kütleyişi içimin titreyişi nefesimin kesilişi bir yol türküsü tutturuşu ah bu neyin telaşesi bir karanlık bir aydınlık ruhumun tam yerine düşüşü gönlümün iflah olmaz arayışı buldum sanışı kim bilir kaçıncı yanılışı ah bu neyin aldanışı...

Kaos

Ülke olarak kocaman bir tımarhaneye dönüştürüldük. Ne ağzımızda tad kaldı, ne benzimizde renk. Gülüşümüz yarım kaldı, yüreğimiz kederle doldu. Tehlikeli bir oyunun tam orta yerinde, öfkeden deliren, delirdikçe saldırganlaşan, saldırdıkça daha fazla kan isteyen vampirlere dönüştürüldük. İnsanlığın tam orta yerinde bebeklerin, çocukların ölümüne akan kanlı gözyaşlarımız, ölüme sevinen yaratıkların ağzından dökülen marazalı salyalara karıştırıldı. Kimyamıza zehir kattılar, kurşun döktüler simyamıza. Öyle bir virüs yaydılar ki bünyemize iyilik, kötülük mefhumunu yitirdik. Sapla samanı birbirine karıştırıp öfke nöbetlerine girdik. Sarsıldık, titredik, inledik ama iyileşemedik. Aklımız tutuldu, içimiz kavruldu, ruhumuz savruldu. Böldüler yarımızı, kestiler yolumuzu, kırdılar kolumuzu, büktüler belimizi. Birbirimize duyduğumuz öfkeden gözlerimize bakacak yüzümüz kalmadı. İçimiz almadı, çığlığımız duyulmadı, insanlığımız tamam olamadı bir türlü. Acılar uç uca ekle...

Aykırı İşler

Ne zaman acılardan umut, umutlardan mutluluk devşirmeye kalkışsam ben; bir kolu kopuk, bir kanadı kırık, bir yüreği yarık, başı gövdesinden ayrık bir oyuncak oluyorum hoyrat bir çocuğun elinde ben. Bakışından tutsam suçlu, gülüşünden yakalasam tutsak, ruhundan çalsam aykırı oluyorum. Bilemiyorum bu işleri ben, tamam edemiyorum bir türlü...

aşk

hey dedi aşk başı dumanlı kızıl tepeler oynaştı ben sustum sert bir poyraz esti kahverengi yapraklar oynaştı hey dedi aşk buradayım sesime gel bak en sevdiğin kıyafeti giydim

14 Eylül 2016/ Hastane Günlükleri/ Malatya

Şimdi ben, bir hastane bahçesinde oturmuş, zaman görecelidir diyen bilim adamının felsefesini idrak ediyorum. Şimdi ben, bir türlü uç uca veremeyen saniyelerin arasındaki boşluğa yüreğimin atışını sığdırıp sabretmeyi öğreniyorum. Şimdi ben, bir hastane bahçesinde, donmuş zamanı ruhumun ateşiyle ısıtmaya çalışıyorum. Şimdi ben, bir hastane bahçesinde oturmuş, umut etmekten yorgun düşen bir adamın yaralarına zaman tozu serpiyorum. Şimdi ben bir hastane bahçesinde, dakikaların üzerine saatleri serip umuda secde ediyorum...

13 Eylül 2016/ Hastane günlükleri/ Malatya

Ben şimdi bir hastane bahçesinde oturmuş, yaşamın ne kadar da anlamsız olduğunu düşünüyorum. Ölümün olduğu bir gezegende hayatın çok da ciddiye alınacak bir şey olmadığını söyleyen filozofun ne kadar haklı olduğunu düşünüyorum şimdi. Daha sürgün sürmemiş yemyeşil tazecik bir dalın, çıt diye kırılışının sesini duyuyorum ben şimdi. Yüzünde doksan dokuz tane kırışık olan bir dedenin gözlerinde, domur domur açan acının, kederin tanımını okuyorum ben şimdi. Kendi canını teslim etmek için beklediği ölümün kollarına, gencecik torununu usulca teslim edişini izliyorum. Akıtamadığı gözyaşlarının, çehresine yüzüncü ve en derin kırışığı açtığını görüyorum şimdi. Bir dedenin ölmeden ölüşünü izliyorum ben şimdi...

Siz Hiç

Siz hiç, bir alevinin oruç tutmadığı için bir sünniye saldırıldığını duydunuz mu. Siz hiç, bir alevinin orucunu, ibadetini başkasına dayattığını duydunuz mu. Siz hiç, bir alevinin, sırf başka bir dinden mezhepten diye başkasını aşağıladığını, ezdiğini, öldürdüğünü duydunuz mu. Siz hiç, bir alevinin inancı yüzünden bir başkasını diri diri yaktığını gördünüz mü. Siz hiç, bir alevinin inancı adına kelle kestiğini gördünüz mü. Siz hiç, bir alevinin mahalledeki sünni evlerin kapısına işaret koyduğunu gördünüz mü. Hayır görmediniz, duymadınız. Şu anda aleviler kendi orucunu tutuyor sessiz sedasız. Abartılı sofralardan uzak, gösterişli atraksiyonlardan azade. Hiç çekinmeyin, yiyin için karşılarında rahat olun. Sizi aşağılamazlar, zorlamazlar, horlamazlar, saldırmazlar, öldürmezler. Az da olsa örnek alın sadece...

Zaman

Yıkılıp terk edilmiş bir tiyatro sahnesinin karanlık rutubetli odalarında, hiç yoktan kederlenip eğreti askılara kendini asan maskelerin hüzünlü yüzleri gibi dağılıp dökülüyor zaman…

Zaman

Hatıra mıydı yoksa düş mü ikileminde kaybolan bir hayalperestin, anılarına düşürdüğü koyu gölgeler gibi kırılıp bükülüyor zaman...

Zaman

Hiçbir trenin uğramadığı o ıssız istasyonda, hiç gelmeyecek olanın yolunu gözleyen bir aşığın raylara düşen hayalleri gibi uzayıp genişliyor zaman…

Zaman

Bulantılı ruhlarımızın derin çatlaklarından ince ince süzülüp, içimizde hiç durmadan büyüyen karanlık boşluğa akarak yitip kayboluyordu zaman...
Bir kara deliğin olay ufkundan başarıyla geçip tamam olmamış bir gezegenin vasat egosuna çarpıp sarsaklaşıyordu zaman.

Ağır Ağır

ağır ağır geçiyor zaman, dünler ağır ağır ağır dönüyor dünya, günler ağır bir kedi geçiyor yanımdan, adımları ağır gözlerim uzaklarda, göz kapaklarım ağır düşüncem ağır, fikrim aklıma ağır var olan her şey ağır arabalar, insanlar, sesler ruhum benliğime ağır...