Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Nisan, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Zaman

Tam da özgürce uçmayı hayal ederken, pencereye sertçe çarparak, parçalanan tüylerini son kalan mecaliyle toplamak için kanat çırpan kuşun camda bıraktığı ize bakmak kadar durağandı zaman..

Hayalller

Uludağ yolunda, yeşillikler içinde kaybolmuş, küçük bir bahçesi olan müstakil bir ev alacağım kısa vadede. Konformist, ehli keyf, tembel ve dahi ayarsız bir bünyem olduğundan mütevellit, ne şehirden vazgeçebilirim, ne de doğadan haliyle. Gündüz, kentin kirli paslı yüklerinden, dertlerinden bunalan bünyemi, bahçedeki iğde ve ıhlamur ağaçlarının kokusuyla sağaltacağım. Sabah uyandığımda bahçeye çıkıp ağaçların gövdesine elimi koyup, onların kalp atışlarını dinleyeceğim. Usulca  kulağıma fısıldadığı sırlarını kimseye söylemeyeceğim. Aralarına, uzun yayvan bir salıncak kuracağım. Akşam geldiğimde, o sallanan kanepeye uzanıp, gökyüzüne, elimi uzatsam tutacağım yıldızlara, dalların arasından kadim yarenim aya bakıp, onlardan utangaç hikayeler dinleyeceğim. Yağmurlu havalarda, onların gözyaşlarıyla uyanacağım sabaha, nemli nefeslerini içime çekerken ruhlarının kederine yoldaş olacağım. Dalların altına kurduğum küçük ahşap masamda, iki dilim domatesi, üç zeytini, bir parça peynire ortak e...

İğde Dalı Sarhoşluğu

Ah bu iğde ağaçlarının baş döndürücü kokusu. Aşk ve tutku suçlarının trajedik bahanesi. İnsan soyunu bir tutam deli kokusuyla yoldan çıkarası. İnsana, insan olduğunu hatırlatası. Bünyeye, durduk yerde yaşam sevinci aşılayıp, yüreğini hoş edesi. Ah baharın işbirlikçisi, nefsimin naif hazcısı, zihnimin algı bükücüsü. Ah be iğde çiçeğinin rüzgarla raks edişinin ruhumu okşayışı. İçine çekeni alıp götürdüğü diyarda mutlu edişi. Ah damarlarımda dolaşan muhteşem güzellik. Geç geldin ama çok iyi geldin, iyi ki geldin...

Gündem

Gündemin kara yüzü o kadar çirkin ki; erik çiçeklerinin kokusunu içimize çekemedik. Baharın tazeleyen mahmurluğunu bünyemize sindiremedik. Tatlı serin esen rüzgarı tenimizde hissedemedik. Ezilirken insanlar baskılar altında, aşkın adını anmaya dahi utanır olduk..

Yasadışı Tomurcuk

Beyninde, yüreğinde, bilincinde, öyle yada böyle bir yasadışı tomurcuk yeşerdiyse eğer; ne yaparsan yap, yok edemezsin artık onu. Koparsan yeri kalır, ezersen kokusu, yok etsen boşluğu kalır. Ağzının içinde acı veren bir ufak yara gibi, dilin dönüp dolaşıp dokunur oraya istemsizce, kanatır büyütür orayı. O tomurcuğu, o taze yarayı, acıyı hafife almayın derim yarenler. Önce görün onu, ne kadar tehlikeli olursa olsun bünyeye, dinleyin onu ve anlamaya çalışın. Hele bakın, hangi yanınız yeşertmiş o tohumu, hangi arızanız büyütmüş, hangi eksikliğiniz tamam etmiş. Unutmayın, o da sizin bir parçanız. Her red ettiğinizde paçalarınıza yapışıp ağlayanınız. Bilin ve sevin onu da..

Hüzün

Islak bir köpek postu gibi sürüklüyorum ardımdan ruhumun tekinsiz yalnızlığını. Nereye gitsem hüzün, kime dokunsam kederin koyu gölgesini düşürüyorum peşime..

Platonik Aşk

Platonik aşk ne saçma bir şey ya. Daha dün varlığından bile haberin olmayan birine durduk yerde gönlün düşüyor. Bir garip tribe felan girip gece gündüz hiç tanımadığın insanı düşünüp, lüzumsuz anlamlar yüklüyorsun. Kendi kendine üzülüp, seviniyorsun bir hareketiyle. Her yaptığından zorlama manalar çıkartıp boş hayallere kapılıyorsun. Şiirler yazıp, nameler diziyorsun duygularından bihaber sevdiceğine. Sonra bir bakıyorsun ki kendin çalıp kendin oynuyormuşsun meğer. Bir aydınlanma geliyor o an. Yine durduk yerde bırakıyorsun onu sevmeyi. O da öyle duruyor orda, olanları anlamaya çalışıyor. Belki o da başka birini düşünüyor. Böyle böyle zincirleme reaksiyon başlıyor, mutsuzluk sonsuz bir döngüye giriyor. İnsanlar el ele tutuşmuyor, hayat bayram olmuyor bir türlü.

İç Çekişi

Çocukluğumuzdaki gibi içimizi çeke çeke ağlayarak uykuya dalsak keşke. Uyandığımızda unutsak uğruna dünyaları yıktığımız o oyuncağın varlığını.

Söyle

söyle ne yaptık insanlığa gölge düşüren söyle yanılgılarımızı, kaybedişlerimizi anlat kandırılışlarımızı,düşüşlerimizi hatırla, bıçağımıza ay vurmuştu..

Bahar

Baharın en güzel tarafı nedir biliyor musunuz. Baharın en güzel tarafı; ne muhteşem manzaralarının hoşluğu, ne de gönül yaylarımızın gevşemesinin boşluğudur. Baharın en güzel tarafı; aylar boyu içimizde besleyip, büyüttüğümüz ve en ufak bir başkaldırıda zindanlara hapsedip kilit vurduğumuz, en karmaşık kodlarla şifrelediğimiz güzelliklerin kilidinin, bir gün ışığına, tazecik yeşil yaprak kokan bir ılık havaya, iki kuş sesine tav olup kendiliğinden çözülmesidir. Ruhumuzun üstü ndeki buz kalıplarının birer birer erimesidir. Tüm şifreli zindanların kapısının aralanıp duyguların azad edilişidir. Baharın en güzel tarafı 'oh be bu kışı da atlattık, şükür yaşıyoruz' duygusunun hissedilmesidir. Baharın en güzel tarafı; evrenle olan uyumumuz, evrene göbekten bağlı olduğumuzun kanıtıdır. Velhasıl bahar candır, kandır, hayattır ve dahi nefestir yorgun bünyelere..

Rüya İçinde Rüya

Bir gölün kenarında unutulmuş yıkık dökük bir pansiyon odasında acıyla açıyorum gözlerimi. Hücre büyüklüğündeki odanın tek kişilik yatağından aşağıya ayaklarımı sarkıtıp ıslak ve soğuk zemine basıyorum, ayaklarım üşüyor. Ayakta durmaya çalışıyorum, başım dönüyor, ranzanın demirine tutunuyorum. İçeriden anlamadığım bir dilden garip konuşmalar geliyor. Kafamı kapıdan uzatıp bakıyorum. Kırık bir pencereden ufak koridora sızan loş ışıkta, tuhaf üniformalı insanlar, bir adama ters kelepçe takmış zorla merdivenlerden indirmeye çalışıyorlar. -neredeyim ben- Başımda bir tuhaflık, hiçbir şey hatırlamıyorum, buraya nasıl geldim, burası neresi hiç bilmiyorum.   Biraz toparlayıp, merdivenlerden aşağıya usulca inerek dışarıya atıyorum kendimi. Yeşil bir göl uzanıyor önümde, gölün üstünden güneş doğuyor. Etrafımda kubbeli sarıya çalan kahverengi tek katlı evler var ama ortalıkta hiç kimse yok. Gölün kenarına oturup hafızamı toplamaya çalışıyorum. Neden buradaydım, kimdim ben. Uzaktan bir a...

Sabahattin Ali

Bundan tam yetmiş yıl önce bugün, devlet dersinde katledilen, yıllarca kitapları yasaklanan, gencecik yaşında muhalif olmanın bedelini canıyla ödemeden önce unutulmaz eserlerle dünya edebiyatına adını yazdıracağını bilmeden. O’nu, duruşunu, ruhunu, derinliğini sindirmeden, denize karşı şık bir masada türk kahvesine iliştirilmiş Kürk Mantolu Madonna kitabının instagramda paylaşım rekorları kıracağından habersiz göçüp gitti bu diyardan sırlarla, karanlıklarla. En verimli çağında, daha kırk bir yaşında, kafasına aldığı bir darbeyle, devlet eliyle, sağcı diliyle, belki işkenceyle öldürülmeseydi eğer, kim bilir daha neler yazacaktı, daha ne duygular katacaktı hayatımıza sorusunun cevabı gibi asılı duruyor hala cinayeti. Bir yazarı öldürmek cinayetlerin en büyüğüdür bence. Siz bir yazarı öldürmediniz sadece, siz milyonlarca okuyanı topyekun katlettiniz..