Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

mahpus şeytanlar

Anladım ki.. hayatına bir şekilde değdiğin insanların.. içinde hapsettikleri, ötekileştirdikleri benliklerinin, zındanlarının kilidini kırıp, şeytanlarını azad edince en büyük düşman sen oluyorsun vaktiyle.. Karşındaki.. rasgele ve boşyere yüklediği anlamın manasızlığını farkedip önce gözlerini sonra kafasını kaldırdığında karanlık derinlikteki o kör noktadan yavaşça, gördüğü ilk kişi sen oluyorsun haliyle.. Ve dahi o aydınlanma anının ilk kaos ve karmaşasıyla, sanıyor ki en büyük suçlu ve en kadim düşman sensin.. çünkü sebepsin realitenin algıdaki yanılsamalarına tuttuğun aynaya.. ne tuhaf çelişki ama ya..

varım vardan öte

ıslak bir köpek postu gibi sürüklüyorum ardımdan ruhumun tekinsiz yalnızlığını.. nereye gitsem derin bir hüzün, kime dokunsam kederin koyu gölgesini düşürüyorum tenime.. uykularım huzursuz, düşlerim kabus benim.. varım vardan ötede, yokum yoksunluk benim..

üşüyorum

elalem fezada koloni kurup, uzaylılarla evrensel kalkınma minvalinde hasbıhal ediyor.. yurdum insanı hala merkezi ısıtma sistemli evlerin soğuk duvarları arasında tirtir titreyerek havaya göre değil de takvime göre kazanı yakan yöneticilerin keyfini bekliyor.. ben şimdi şu an, bu lanetli ekimin bu bed soğuğunda moleküllerime kadar donuyorum yeminle.. battaniye ilen bütünleşip koltukla kardaş oluyorum. kanepede mahsulü yanmış köylü gibi oturup çarşaflı buda heykeli ilen empati kuruyorum.. rahmetli nenemden kalan şıvıklı yün çoraplara anlam yükleyip, anamın iki ton ağırlığındaki yün yorganının bünye üzerindeki etkileşimini idrak ediyorum yine de vücut ısımı bir tık yukarı taşıyamıyorum.. bilfiil üşüyorum ben ya.

enteresan hayaller serisi

şöyle beyaz tahta masaları, renkli ahşap sandalyeleri olan küçük, eski bir mekan olsa.. havlusunu omzundan sarkıtmış aksak bir ihtiyar servis yapsa.. masada canım ciğerimli, gülümlü konuşan abiler ablalar olsa.. fonda inceden, ‘’yine mi güzeliz yine mi çiçek’’ şarkısı çalsa.. sonra ben girsem içeri, bir iskemle de devrimime çek dese biri.. hayatın süzgecinden damıttığı muhabbeti kadehime doldursa öteki.. ‘’insan dediğin bir damla su’’ diye fısıldasa sakallı bir abi kadehime buz eklerken.. ‘’dünya bir yanılsama’’ dese öteki tabağıma bir tutam börülceyi bırakırken.. ‘’sen bakma bunlara gülüm, bak umut bir pencere kadar yakınında, sen yeter ki açmasını bil’’ dese bir güzel abla.. gülüşsek sonra hep birlikte varsak olgunluğun tadına hoş olsak.. içsek gönül şerbetinden mest olsak.. unutsak dertleri kederleri, enteresan hayallere dalsak şöyle..

zaman o ki

Zaman o ki yarenler, zaman kötü zaman. Kime elini atsan, budur, doğrudur, güvenilirdir, hastır, iyidir desen elinde kalıyor maalesef. Herkes kendi halinde, kendi çarkında, kendi çapında birilerini kandırmaya çalışıyor. Herkes bi bencil herkes bi hepbanacı olmuş.. Dünya şahsi maddi - manevi menfaatlerin etrafında döner olmuş.. Salt ve saf sevgiyi, ilgiyi saygıyı ve değeri bulmak o kadar zor ki bu zamanda mumla arar olduk.. Arayı arayı gözümüz kör oldu ya dervişler.. Nedir yani .. Dünyaya daha kaç kere geleceğinizi düşünüyor sunuz.. Bir kere gelmişsiniz adam olarak yaşayın yaw.. Bu çok mu zor. Hadi ayak oyunları çeviriyorsunuz, bari bunu iyi insanlara yapmayın yahu.. Kısa vadede kazansanız da uzun vadede kaybedeceksiniz o birkaç kişi kalmış güzel insanları. Bir de siz yüklenmeyin, bir de siz üzmeyin onları.. ki yeterince üzen yıpratan bir düzenin göbeğinde hala iyi insan olma mücadelesi verirlerken.. Herkesin derdi kendine ağır, herkes haklı, herkes herşeyi biliyor. Herkes bir y...

düşünüyorum da

Düşünüyorum da.. neden duygularımızı, düşüncelerimizi, sevgimizi, nefretimizi, kinimizi tüm hissettiklerimizi bütün samimiyetimizle ‘yekten’ değil de kırk atraksiyonla kırk ayak oyunuyla sunarız karşımızdakine. Neden korkarız, nedir bizi bu oyunlara gark ettiren temel öğreti.. Kim öğretmiş bu insanlara, acı çekmekten, kırılmaktan, yanlış anlaşılmaktan korkma refleksini. kim kodlamış bünyemize bu ayarları.. Bilmiyorum nedir insanları bu hale getiren gelenek. üzücü ve acınası. . Korkmayın la yüzleşin gerçeklerle.. Sevin acılarınızı, zayıf yönlerinizi.. Onlar sizin. onlar sizin iç yüzünüz ve onlar sizin geçmişiniz, değerleriniz, sizi siz yapan bilinçaltınız.. Onları sevin, onlar sizsiniz, onlar ne kadar öteleseniz de kendinizin.. onlar sizin üvey evlatlarınız. Onlar her red ettiğinizde paçalarınıza sarılıp ağlayanınız, yardım isteyeniniz, şevkat bekleyeniniz. Onları sevin, onların zindanlarının kilidini açın.. serbest bırakın onları, onlarla oturup konuşun uzlaşın barışı...

solcu abiler

eskiden şöyle solcu, pos bıyıklı abiler vardı.. hafta sonları birinin evinde tüm dostlar toplanır mangal yapılırdı.. ablalar; yöresel yemekler, leziz mezeler hazırlardı.. içli köfteler, yaprak sarmalar, kuru biber dolmaları, çiğköfteler gözümüzü, buram buram dönem kokan samimi muhabbetleri gönlümüzü doyururdu.. rakılar özenle doldurulur sağlığa, şerefe kadeh kaldırılırdı.. ilerleyen saatlerde bir abi eline bağlamayı alıp birkaç deyiş çalardı önce.. sonra aldırma gönül, karlı kayın ormanı, sarı çiçek, oy kader ardından da bir arguvan havalandırırdı, hep birlikte eşlik ederdik sesimizi sazına katarak huzur bulurduk.. bazı güler, bazı sessizleşip, dertlenirdik.. sevgi, saygı, sıcaklık vardı o evlerde.. sahi nere gitti o abiler ablalar.. ne güzellerdi..

bir ayı oynatımı

biz küçükken ayı oynatılırdı mahallede.. kavruk tenli, kara şalvarlı, şapkalı bir dayı gelirdi kapımızın önüne.. bir elinde tef, diğer elinde zincire bağlı iki ayağı üzerinde duran devasa cüsseli kahverengi bir ayı.. adı nazife ya da pakize olurdu nedense.. yeterince seyirci toplanınca başlardı şovuna ayı eğiticisi.. önce oynak bir şarkı söyler tefiyle ritm tuttururdu.. ayıcık birden göbek atmaya başlardı tırnakları kızgın sacda yakılmış pençelerini sağa sola savurarak.. sonra altın dişli kavruk sahip keyfe gelir, emrederdi ayıya; yap bakayım nazife kadınlar hamamda nasıl bayılır.. nazife gözlerini mahmurlaştırarak önce geriye doğru, sonra yumuşak hareketlerle yana doğru devrilirdi bir pençesini anlına dayayarak.. ayı usulüne uygun bayılırken, şalvarını böğrüne kadar çekmiş kadınlar koca memeleri göbeklerine vura vura kahkahalar atarlardı.. kocaları ise, karı işi dedikleri bu şovu kaçamak gözlerle izlerken, ayının ve kavruk sahibinin emeğine binaen üç beş kuruş para atarlardı yere ser...

zorla güzellik olmaz imiş

bir insanın kafatasını açıp içine akıl koymak ne kadar imkansız bir eylem ise, bir insanın bağrını yarıp, yüreğine sevgi ekmek de bir o kadar beyhude çaba imiş. velhasıl zorla güzellik olmaz imiş. huylu huyundan vazgeçmez imiş. yeterli olgunluğa erişmeyen bir ruha elleşmek; bünyeye zarar, kalbe işkence imiş..