Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yılbaşı

Çocukken; yılbaşını büyük bir hevesle bekleyip, o büyük gün geldiğinde, sobanın etrafında toplanıp mandalina ve karışık çerez yerken, yeni alınan grundig marka renkli televizyonda dansözün çıkmasını beklerdik ailecek. Annemizi, bak uyursam beni uyandır tamam mı, söz mü diye tembihlerken, çok amaçlı kuzine sobanın üzerine konulan mandalina kabuklarının kokusu, Belkıs Akkale’nin türkülerine karışır, çocuk bünyemiz, daha saat 24 ü vurmadan, bulduğu bir köşeye sızar en masum uykulara dalardı. Sabah uyandığımızda, ama bu nasıl yeni yıl ya, eskisinin tıpkısının aynısı diye durum değerlendirmesi yaparken, yeni hayal kırıklarıyla tanış olurduk. Ne ara büyüdük biz ya, ne ara bu kadar cool olduk..

Erkek Olup İnsan Olamamışlar'a

     Yıllardır bu sayfalardan bir şeyler yazıp çizerim, kendi halimce, içimden geldiğince, işlerim elverdiğince, içimden geçeni, yüreğimden geleni, bazen mizahi bazen dramatik bazen edebi, dilim döndüğünce dökmeye çalışıyorum. Çok beğenenler de oluyor, eleştirenler de. Çok sevdiğim saydığım, bir yerlere koyduğum insanlardan güzel cümleler duyup onore oluyorum, mutlu oluyorum. Haliyle bazen de hadsiz yorumlarla muhattab oluyorum. Boş ver, beni tanısa böyle cümle kurmazdı, deyip usulca yol veriyorum sayfamdan. Ama bu hadsizliği, kendini bilmezliği, beni iyi kötü tanıyan ‘arkadaşım’ dediğim insanlar yapınca ne diyeceğimi ne yapacağımı gerçekten bilemiyorum.      Geçen gün yazdığım; kendimi bildim bileli yaşadığım uyku problemim ve gece uyanmalarımla ilgili –huzursuz ruhlar gece gezer- başlıklı yazımın altına eski bir arkadaşım gelip daha amiyane bir dille şunu yazmış ‘’bence sen kendine bir koca bul, geceleri uyanmazsın, uyansan bile zevkli dakikalar yaşars...

Huzursuz Ruhlar Gece Gezer

     Yine saat sabahın dört buçuğu. Gezegenin yarısından çoğu, şu an en derin uykuların koynunda, en tatlı rüyalarını eda ederken ben neden uyuyamıyorum. Gece nöbetçileri bile uykulu gözlerle zombi gibi dolaşıp koridorlarda en güzel uykuların düşünü kurarken,  ben neden uyanıyorum bu saatte.  Kurt uyuyor, omuz omuza devrilmiş kuşlar uyuyor, ben neden uyumuyorum. Kediler bulduğu sıcak bir kuytulukta kuyruğunu yanına sarmış mırıl mırıl uyuyor. Bir ben uyumuyorum, bir de uzun otobüs yolculuğunda uykusunun en güzel yerinde uyandırılıp otobüs camını köpükleyip yıkayan delikanlıyı, uhrevi bir hayranlıkla izleyen soluk benizli yolcular.         Her gece, saat tam dört buçukta, bilinçaltım, kaosa kurulu bir guguklu saat gibi dürtüp uyandırıyor bünyemi. Sağa dönüyorum, sonra sola, saat yönüne ve tersine evrilip yatağın her köşesini  idrak ettikten sonra kuru dalların perdeye vuran oynaşmalarını da izleyip, iki sürüde tek ...

Devrim'e

Duydum ki; gönlü güzel, kalemi güzel bir dostum, baskıya verdiği ikinci kitabında, yüreğinin imbiğinden damıtıp duygularını, bize de iki kelam etmiş. Mektubunu aldım güzel dost, hep var olasın.. Devrim’e Düzce notlarıma asılı kaldı aklım,yollar demiştim,can bıraktığım,can kattığım yollar,uzayıp gitmişti, Apo için Kadıköy,Acıbadem ne ise benim için Düzce oydu. Öyküyü hep yarım bırakan acıtan bir es oluyordu yollar. Mudanya yolu el işlemesi halı gibi serildi ruhumda ,Taraça;yedi rengi kendi içinde ana sıcaklığı ile saran,yedi kapılı şehirdi. Çağırdın geldik Bir davetin,kırmızıya not düşmesiydi. Ne çok değişmişti o mevsimsiz yeşil kent, “Sen bu binayı iyi tanırsın”cümlesini söylerken,emniyet kemeri bağlıydı,zulmün aymazlığında Koskoca bina; Bursa emniyet. Yokuşu çıktık dağ boyu,down sendromlu o kırmızı yanaklı çocuk eşlik etmişti gözleme sıcaklığına , Abaca hala orada mıdır Devrim? Meczup aşklar,imler,imgeler Benan,aymaz bira kırgınlığı Yıldızlar Ne çok şey sığmıştı zamansız S...

bekleyiş

birden gidiyorsun sen, gelmeden gidilir mi hiç ama sen gidiyorsun.. son kalan yaprakları sayıyorum aya bakıyorum uzun uzun sen gelmiyorsun.. bayramlık fistanlar gibi çiçekler kuşanıyorum ruhuma sen görmüyorsun... banttan yayın yapan eski usul radyolar gibi sesin düşüyor geceye.. kırık bir çelişki hüzünlü bir bekleyiş oluyor, ama sen bilmiyorsun..

Tanıdık Bir Hikaye

Çok eski zamanlarda bir kuzucuk yaşarmış. Her gün, o çayır senin bu mera benim hoplayıp zıplarmış. Kimseyi sallamaz, gam keder bilmez, yaşar gidermiş. Hayat ona güzelmiş. Sonra bu kuzucuk büyümüş serpilmiş, kocaman kuyruklu güzel bir koyun olmuş. Köyün tüm koçları peşindeymiş haliyle.. Koyuncuk, kuyruğuyla salına salına meydanda gezerken, yakışıklı kıvrım kıvrım boynuzlu delikanlı bir koça gönlünü kaptırmış. Gel zaman git zaman, çayırlarda, kırlarda buluşup koklaşmak canlarına yetmiş.. Koç, anasını yollamış bir paket ot kokteyli yaptırmış usulünce, adabınca koyun koça istenmiş. Sade bir kır düğünüyle dünya evine girmiş bizimkiler. Bir süre sonra ilk yavrularını almışlar kucaklarına çok mutlularmış. Yavrular büyüyüp serpildikçe bizimkilerin içine bir keder düşmeye başlamış. Ya yavrularını kurt kaparsa, ya bir kurban bayramına denk gelip de heder olurlarsa, ya sürüden ayrılıp da başlarına kötü bir şey gelirse diye içi içini yiyormuş zavallıcıkların. Bunları düşüne düşüne gözleri...

Ali Kızıltuğ

Çocukluğumun bol travmalı dönemlerinde, evdeki bantları dinlerken, Ali Kızıltuğ’un, yama dağları türküsündeki  acıklı hikayede,  silah sesleri arasında yükselen ‘elifi vurdular, elifi vurdular’ çığlığını duyunca, annemi vurduklarını sanıp ağlamaya başlardım. Gittiğini duyunca o geldi aklıma boğazım düğümlendi son kez.. Gitmiş.. Bir ozan daha gitmiş geçmişimizi, acılarımızı, çocukluğumuzu avucumuza döküp bir güzellik daha yol almış bu dünyadan, uğurlar ola..  # AliKızıltuğ

Kimseye hak ettiğinden fazla değer vermeyeceksin

Güvendiği dağlara kar yağan, ihanete uğrayan, kalbi kırılan herkesin telaffuz ettiği güzel bir söz öbeğidir kendileri. Çoğu insan bu lafı hayatında en az bir kere tecrübe eder ama kimse de kalkıp demez ki; ya tamam da arkadaş, biz nereden bileceğiz kimin ne kadar değer hak edip etmediğini. Alınlarında mı yazıyor, boyunlarına mı asılıyor, tabelaları mı var. Ayrıca bu değer neye göre belirleniyor, dolar mı, avro mu, bitcoin mi yoksa. bitcoin kaç alin, kur’u var mı, arbitrajı, paritesi filan oluyor mu. Hani üstünde vasati 3 birimdir yazıyor da, biz ona 5 birim verip dengesini mi bozuyoruz. Biz nereden bileceğiz karşımızdaki kişi kaç değer hakkediyor. Sizin için irdeledim. Şimdi efenim şöyle oluyor; samimi bir insan, biriyle tanıştığında; onu ilk görüşte sevdiyse, içi aktıysa, kanı kaynadıysa hiçbir hesaba kitaba girmeden ona kafadan, en üst sınır olan 100 birim değer veriyor zaten. Tanımaya başladıkça, karşısındakinin kötü davranışlarını arızalarını, itliğini, kopukluğunu gördü...

Koza'dan Kelebeğe

Eskiden arabalarımız yoktu, her yere yürüyerek giderdik. Ne kilo problemimiz vardı, ne de bu kadar stresimiz. Pazar günleri hep birlikte kahvaltımızı eder, teleferikten aşağıya doğru yürür, kozahanda yüksek taş duvarların avlusunda, kestane ağaçlarının altında güzel bir masa kapardık. Öğleden sonra bir bir düşmeye başlardı dostlar, arkadaşlar. Ne kadar kalabalıktık o zamanlar, ne kadar da çoktuk. Masa genişledikçe sohbet güzelleşir, espriler, hikayeler, şakalar, kahkahalar havada uçuşurdu. Önce haftanın gündemi tartışılır sonra yeni çıkan kitaplar, filmler konuşulur, kültür sanat edebiyat ile muhabbetin dibi bulunurdu. Masada haftalık dergiler, günlük gazeteler, bulmacalardan, kitaplardan çaylara yer kalmazdı. Hele böyle puslu sisli soğuk havalarda masaya hiç durmadan tepsi tepsi çay gelir, çayın buğusu yüreğimizi ısıtırdı. Akşama doğru gruplar halinde kalkılır, kimi okey oynamaya, kimi iki kadeh içki yuvarlamaya, evliler evine, köylüler köyüne dağılırdık. O zamanlar heykelin alt ...

Günah Çıkarma

Küçüğüm; babamın öğretmenlik yaptığı uzak bir köyün küçük lojmanında kalıyoruz. Akşamüstü kapının önünde oturuyorum. Elimde, bir peş dolusu nohut ödeyerek çerçiden alıp, daha eve varmadan kopan kolyemin zinciri, sıkıntıyla sallayıp duruyorum. Bir yandan da önümden geçip boyundan büyük buğdayları sırtlanmış art arda dizilmiş, telaşeyle eve ekmek götüren karıncaları süzüyorum. Çocukluk işte, merak ediyorum nereye gittiklerini. Onlar için büyük benim için küçük birkaç adım atıp takip edince, az ötede bir delikten aşağı inip kaybolduklarını görüyorum. Yuvalarının etrafına, elenmiş topraktan özenle yapılmış yuvarlak tümseklere çer çöp yığıp kale oluşturmuşlar. O tümseği aşınca gözden kayboluyorlar. yanlarına oturup uzun uzun izlemeye başlıyorum. Birden elimdeki zinciri delikten içeriye salıyorum yavaşça, ne kadar derin olduğunu anlamaya çalışıyorum. Daha derine, daha derine indikçe, bir anda zincir elimden kayıp deliğin içine düşüyor. Annem sesleniyor o sıra, aklımı sarı parlak zincirde bı...

Duyguların Durdurulamaz Akışı

Dağlardan, tepelerden, karlardan, yağmurlardan el alıp önüne çıkanı kucaklayarak deli deli akan bir ırmağın önüne büyük bir bent vurun. Kesin akıntısını, hapsedin bütün sularını. Aktıkça bent dolmaya başlar, çoğalır çoğalır yerine sığmaz olur. Üstünden bakarsanız o baraja, sütlimandır. Ama içine, biraz  derinliklerine inerseniz, o yukardan sessiz sedasız görünen suyun koyu yanlarından  usul usul çalkalandığını görürsünüz. O deli sular, bir zamanlar başı karlı dağlarda, yemyeşil yaylalarda  özgür olduğunu hatırlar, gizli gizli özgürlük düşleri kurar çünkü. İçten içe oradan kaçıp kurtulmak özgürce akmak ister bilmediği mecralara. Bu yüzden geldiği yerden ot kokularını toplayıp taşıyan ince bir rüzgarın baş döndürücü kokusuna aldanıp dövmeye başlar çaresizce kalın duvarları. Bütün hıncını duvarlardan almak istermiş gibi vurur deli dalgalarıyla hoyratça. Nereye daha sert vuruyorsa oranın daha fazla aşındığını öğrenir sonra. Yüklenir oraya yüklenir son kalan mecaliyle, tam or...

Ruh Birliği

Boyası dökülmüş, ihtiyar, yaslı bir hastanenin bahçesinde, saniyeleri dakikalara ekleyip, az önce ameliyata giren babamdan gelecek haberler ile kendimi test ediyorum. Bir iki volta atayım zaman geçer diyorum, acı çeken çocukları, kıvrışık yüzlü yaşlı hastaları görüp iyice bunalıyorum. Dışarıya atıyorum kendimi, kafeteryadan kendime çayla tost alıp, beti benzi solmuş güz ağaçlarının altında bulduğum bir banka yerleşiyorum. Sabahın kör saatleri olduğu için, daha yüzünü yumadan duvarın dibine çöküp sigarasını tüttüren bir iki refakatçinin, tekerlekli serumunu eline alıp nereye gittiğini bilmeden telaşeyle gezdiren birkaç mor gözlü hastanın dışında insan yok etrafta. Yanımda, sabaha kadar hiç durmadan yağan yağmurda ıslanmış, yorulmuş küçük bir kedi yavrusu kollarını birbirine kavuşturmuş oturuyor. Elimdeki tosttan küçük parçalar kopartıp önüne koyuyorum, son kalan mecali ile usul usul yalayıp yutuyor çift kaşarlı ekmekleri. Bir parça da ben yiyeyim diyorum boğazıma düğümleniyor, ağzı...

Nuriye Tahliye Edilmiş

Nuriye tahliye edilmiş. Tam sevinecektim boğazıma bir düğüm oturdu, gülüşüm yüzümde asılı kaldı. İçeride yatan bilir. Bir şekilde cezaevinden tahliye edildiğin zaman, o uzun demir kapıdan dışarı çıkar çıkmaz insanın içine, hiç durmadan koşmak duygusu gelir oturur. Hiç durmadan, ardına bakmadan koşmak koşmak koşmak.. Sanki her an, ya bir yanlışlık oldu, aslında seni çıkarmamalıydık diyeceklermiş gibi, seni o paslı demir kapıdan içeri geri alacaklarmış gibi, hiç durmadan koşup  uzaklaşmak istersin.. Ama Nuriye bunu yapamayacak, Nuriye açlık grevinde çünkü.. Nuriye, o demir kara kapıyı açtıklarında deli gibi koşamayacak ardına bakmadan.. Nuriye, otuz kilo kalmış bedeniyle, içeride nasıl yaşıyorsa dışarıda da öyle yaşayacak. Aylardır hasret kaldığı dostlarıyla gülüp eğlenemeyecek, bir rakı sofrası kurup mahpus anılarını anlatıp hüzünlenemeyecek.. Nuriye bir gün hakkını, hakkıyla alıp, açlık grevini sonlandırınca ben gerçekten sevineceğim. Moralinizi bozmak istemem ama Nuriye ölüme b...

Bir Çocukluk Düşleyişi

Ben çocukken; köylerimizde, üç gün üç gece düğün olurdu. Cuma günü öğleden sonra köyün kadınları düğün evine toplaşır, beş altı sacda iki insan boyu yufka ekmek yapılırdı. Kahkahalar, şakalar arasında, hiç ilenmeden, hiç yüzünü dökmeden, biri oklavayla açıp saca ekmeği serer, öteki sacdaki ekmeği dönderip pişirip yana koyardı. Akşam serinliğine doğru davul zurna sesi köyde yankılanırken, annelerimizin peşine yapışırdık, hadi gidelim düğün başladı diye. Derken köy halkı ufak ufak toplanmaya başlardı. Yerlere, duvar diplerine doğru halılar, işlemeli kilimler serilir, bir taraf kadınlara, karşı taraf erkeklere ayrılırdı. Dayılar, emmiler; kısa peykli kara şalvarlarını, beyaz gömleklerinin üstüne köstekli yeleklerini giyer, başlarında özel günler için bir kenarda sakladıkları kasketlerini takar, iki dirhem bir çekirdek gelir halı yastıklara yanını verip baş köşeye kurulurdu. Dezzeler, bibiler yengeler, çiçekli basma elbiselerinin üstüne oyalı yazmaları giyinip kuşanır kendilerine ayrı...