Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Haziran, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kaybediş

Kendimi bildim bileli hep kaybedenlerin tarafında oldum. Hayatım boyunca hiçbir zaman, hiçbir konuda kazanmadım yani. Tuttuğum takım hiçbir zaman şampiyon olmadı. Desteklediğim partiler hep kaybetti. İnandığım değerler hep kurşunlandı. Okuduğum kitaplar   yasaklandı. Sevdiğim filmler hiçbir zaman ödül alamadı. Dinlediğim müzikler dinlenmedi hiç beğenilmedi. Sevdiğim adamları bile hep eller aldı. En güzel yoldaşların ellerimden kayıp gidişini izledim. Düşüncelerimden dolayı hep baskı gördüm, işkence gördüm, hapis gördüm, zulüm gördüm. İnsanların dilinden, dininden ötürü öldürüldüğünü gördüm. El kadar bebelerin, kurşun değen bedenlerine bol gelen mezarlar gördüm. Çocukların, ölü balıklar gibi kıyıya vurduğunu gördüm. Acılar gördüm, çocuğunun parçalarını eteğine toplayıp gözyaşlarını içine akıtan analar gördüm. Oğlunun kemiklerine bile hasret kalan babalar gördüm. Katır sırtında taşınan ölüler gördüm. Dili yasaklandığı için gizli gizli konuşanın, dini yasaklandığı için gizli...

Sorgulamalar

Neden, bizi en çok seven, üzerimize titreyen, değer veren insanlara özensiz davranırız da, bizi anlamayan, bizi önemsemeyen, bize değer vermeyen insanlara meylederiz. Neden istemsiz ve tehlikeli bir arzuyla, onlara doğru çekilmekten kendimizi alamıyoruz. Neden sevginin, sevenin kıymetini bilemiyoruz. İnsanlığımızın eksik kalmış bir parçası olarak, neden bizi üzen insanlara hastalıklı bir tutkuyla bağlanıyoruz. Nedir bu insanlığın genlerine kodlanmış arıza, varoluşundan gelen kendini ispat çabası mı, alt benlikle üst benliğin çatışması sonucu egosunun parçalanması mı. Nedir yani bu, kendimizi ille de sevdirme ihtiyacımız. Neden gözümüzde büyüttüğümüz, ulaşılmaz bulduğumuz birinin gönlünü kazandıktan sonra gözümüzden düşürürüz. Bizi gönülden seven insanlara hoyrat davranma hakkını kim vermiş bize. Sevgi nedir neden bilemiyoruz. Neden, bir zamanlar ölümüne sevdiğimiz birini, yıllar hatta aylar sonra görünce hiçbir şey hissetmiyoruz da, hiç görmediğimiz, dokunmadığımız birine dünyanı...

Kara Bulutlar Kızıl Bir Kız Doğuruyordu

Zamanın birinde, çok fena aşk acısı çekiyorum. Hayırsız bir sevdicekten ayrılmışım, beynim ve yüreğim arasındaki çekişmeden bitap düşmüş, acının karanlık dehlizlerinde kulaç atıyorum. Ama içim nasıl yanıyor, nasıl kavruluyor. Nefes alamıyorum, öleceğimi sanıyorum. Teleferik tarafında, eski ama şehir ve dağ manzaralı bir evde oturuyorum o zamanlar. Sabaha kadar dakikaları saniyelere ekledim. Bir dirhem uyku aradım bulamadım. Nasıl ettiğimi bilemediğim o gecenin sabahında derman kalmamış dizlerime yüklenip pencereden göğe baktım. Hava berbat, her yeri kapkara bulutlar kaplamış. Attım kendimi dışarıya. Üç otobüs değiştirerek Mudanya’ya gittim. Sahilde bir banka oturdum denizi seyretmeye başladım. Normalde, her dertlendiğimde, hüzünlerimi, acılarımı kollarına bırakıp gözyaşlarımı avuçlarına akıtıp rahatladığım deniz bile yüzüme bakmıyor o gün. Deniz kara, sular kapkara, içim daha kara. Saatlerce hiç durmadan o bankta oturdum suya baktım. Sular dalgalandıkça içim de dalgalandı, martıl...

Özlem

Son aylarda aşırı derecede çalışıp, yüklenip yorduğum bünyemi dinlendirmek adına bu bayram tatilini evde geçirme kararı aldım. Hiç bir yere gitmeden, hatta dışarı bile çıkmadan, bir insan yüzü dahi görmeden, kendi benimle baş başa evimde takıldım. Arada bir buradaki dostlara sardım, onlara saydırdım, arada hiç bir şey yapmadan boş avara oturdum, hiç durmadan yağan yağmuru izledim ruhumu bedenimi dinlendirdim. Bazen, aman bayram da neymiş, bana her gün bayram modunda aymazlık ederken, bazen de beklediği torunları gelmeyen yaşlılar gibi ah nerde o eski bayramlar diye hayıflandım. Ebeveynlerim hariç kimseyi aramadım, yeğenlerim hariç kimse beni aramadı. Ama bir şey dikkatimi çekti. Bir tane bile çocuk kapıyı çalmadı şeker toplamak için. Hatta eve şeker alamamıştım, içimden dedim gelen olursa harçlık veririm, hem onların da daha çok hoşuna gider ama bir tane bile çocuk gelmedi. Ne kadar acı bir durum değil mi. Biz küçükken, sabahtan poşetlerimizi alır, kapı kapı dolaşırdık. Bazen...

Bayram

Çocukken; bilmem nerelere dayanan kökenimizin kutsal bir ritüeli olarak, bayram gecesi kına yakılırdı ellerimize. Sonra da, çarşafa yorgana bulaşmasın diye sararlardı temiz beyaz bir bezle özenle. En kırmızı benimki olacak kavgasıyla, dama serilen yatağımıza girer, rüyamda benim kınamın tutmadığını, herkesin avucunun kıpkırmızı olduğunu görür, sabahı zor ederdim. Nasıl ettiğimi bilmediğim o sabahın ilk ışıkları yüzüme vurduğunda uyanır, gördüğümün rüya olduğuna sevinir, acele yle bayramlığımı giyer, ağaçların otların arasında kaybolmuş o daracık yolu koşarak, o derenin kenarındaki, o hiç durmadan akan çeşmeye yönelirdim. Daha suya varmadan ellerimi birbirine sürter, avucumdaki koyu kızıllığa düşen ilk gün ışıklarıyla heyecanlanır, ellerimi soğuk suyun altına sokardım. İşte o zaman rahatlardım derinden, benim kınam da tutmuştu işte. Çocuk sevincimle, ellerimi annemin bayram için diktirdiği puantiyeli kırmızı elbiseme siler, neşeyle şeker toplamaya koyulan çocukların peşine düşerdim. İş...

Oruç

Üniversitede okurken girdiğim ceza evinde yaptığım kırk günlük açlık grevini saymazsak, üç tane oruç tuttum hayatım boyunca. İlkinde çocuktum, köydeydik, yazdı. Çok sevdiğim, dünyanın en iyi insanı bildiğim ananemin yanındaydım. Hastaydı nenem. Sabahtan akşama, evlerinin önündeki büyük bir dut ağacının altında otururdu. Çektiği o kadar acıya rağmen hiç gocunmaz, ne sorsak anlatırdı, ne sorsak bilirdi. Sürekli gülen sütbeyaz yüzüyle, kimseyi kırmadan, incitmeden sohbet ederdi. Misafirler o ağacın altında ağırlanır, gün doğumu, gün batımı sofralar, çaylar, ayranlar o ağacın altında kurulurdu. Yoldan geçen tanıdık tanımadık kim varsa zorla alınıp yedirilir, içirilir, dinlendirilir öyle yollanırdı yoluna. Muharrem vaktiydi,  büyüklerimiz  oruç tutardı. Nenemle ağacın altında otururken dedim; Nene ben de oruç tutacağımm. O da tamam, yarın beraber tutalım dedi. Köydeydik, yazdı, günler uzundu. O çocuk halimle çok susamıştım ama tutmuştum sonuna kadar. Sonra Nenem b...

Zaman Tozları

Yazgısı tamam olmamış eski usul bir labirentin belirsiz kıvrımlarında, hiç durmadan birbirinin ruhunu taklit eden sırsız aynalar gibi silinip dökülüyordu zaman..

Nenem

Çocukken yaz tatillerinde dedemlerin köyün dışındaki evinde kalırdık bazen. Sabah gözümüzü açtığımız gibi ilk işimiz, evin önünde gece gündüz sadık bir bekçi gibi duran, hiç durmadan akan çeşmeye gidip yüzümüzü gözümüzü yıkamak olurdu. Birbirimizin üzerine sıçrattığımız sular gülüşlerimize karışırdı. Sonra burnumuza değen o unutulmaz taze ekmek kokusunun peşine gidip evin yan tarafındaki tandırda bulurduk kendimizi. Bir sürü çıplak baldırlı çocuk, taze mayalı ekmeklerden en k ırmızısını ben alacam diye dövüşürdük birbirimizi ite kaka. Ardından hep birlikte durup, nenemin suyun kenarında bir ağacın gölgeliğine astığı tulumbayla yayık yayışını izlerdik uzun uzun. Nenee diye bağırıp koşardık yanına.. Bir yandan elimizi yakan sıcacık ekmeklerin buğusu sabah mahmurluğumuza sinerken, öte yandan ayran kokusuna gelen sabah sineklerini kovalardık ince söğüt dallarıyla. Nenemin bir o yana bir bu yana, ağır aksak bir senfoni tutturuşuyla büyülenip beklerdik çocuk sabrımızla. Ve derken yayık b...

Neyin Peşindeyiz

Düşünüyorum da biz neyin peşindeyiz. Kurgusu zayıf, acısı bol kepçe, duygusu derinlerde, çelişkisi on numara hayatlar yaşıyoruz sonuç itibariyle. Neyin peşindeyiz insanlar birbirinden bu kadar uzaklaşmış iken, onulmaz dertlerimiz içe çekilip nihai hücrelerine hapsedilmiş iken, bencil ruhlarımız yalnızca kendini düşünüp, ötekine sırtını döner iken neyin peşindeyiz. Saklarken korkularımızı, eksikliklerimizi, yaralarımızı ve komplekslerimizi en yakınımızdan bile neyin peşindeyiz . Beğendiğimiz siluetlere anlam yükleyip daha ilk dönemeçte manasız kıldığımız çürümüş duygularımıza dahi gem vurulamaz iken neyin peşindeyiz. Gerçek olmadığını bile bile girdiğimiz aşk yanılsamaları ile sanal aynanın öteki yüzüne yansıyan sıfatlarımıza bakmaya yüzümüz yok iken neyin peşindeyiz. Anlık atraksiyonlarla avuttuğumuz yüce gönüllerimizin açtığı yaralara merhem olduğunu sandığımız yalan sözlerimiz evrenin karanlık boşluğunda derbeder dolanır iken biz neyin peşindeyiz..

Her Şey Geçiyor Zamanla

Öğrendim ki her şey geçiyor zamanla. Bazen eksiliyorsun, bazen kırılıyorsun, bazen acı çekiyorsun, bazen küfrediyorsun, haddini aşıyorsun, deliriyorsun, bıktırıyorsun ama sonunda kabulleniyorsun, vazgeçiyorsun. Sonrasında küçük bir tebessümle hatırlıyorsun o bitmez sandığın sancıları. Hayat bu; bazen geçirerek, bazen geçiştirerek geçse de, er ya da geç yol alıyorsun varoluşsal çizginde zikzak çizmeden. Ve ilk şahidi oluyorsun bir başka doğuşun ilk sancılarının, heyecanlarının ve kalp atışlarının..

Pazar Bunalımı

Pazar gecelerinin gerginliği, boşluğu, anlamsızlığı yok başka bir gecede. Yani böyle, hafta sonu galaksi değiştirip Andromeda da barbekü yapmışsın da, gezegene dönen son uzay otobüsünü kaçırmışsın gibi. Ulvi bir amaçla dünyanın ucuna giden trene ne cefayla bilet almışsın da, son anda sevgilin aramış iptal etmişsin gibi. Her şeyden, herkesten, dünyevi mevzulardan uzaklaşıp gökyüzünde usulca süzülürken, yanından geçen fırlama bir kuşun sana, sabah gitmen gereken işi hatırlatmas ı gibi. Böyle güzel bir yemeği afiyetle yiyip bitirirken, son lokmada dişine taş değmesi gibi. Böyle bir avuç tuzlu ay çekirdeğini dudakların yana yana iştahla çitlerken ağzına attığın son çekirdeğin acı çıkması gibi. Böyle, gittiğin misafir evinde, sabahın köründe kalkıp kimseyi rahatsız etmemek için tavanın desenlerini irdelermiş gibi, böyle bir yetmemiş, bir tamam olmamış, bir eksik kalmış, bir boşlukta saçma saçma sallanan gece bu..

Çelişkiler

Bir yanımız, modernizmin egzotik duvarlarını incelikli bir ustalıkla aşındırmakta. Öte yanımız feodalizmin karanlık girdaplarında can çekişmekte.